Yazar

Birgün dönebileceği bir vatanı olmalı insanın

Ülkemiz ve içinde yaşadığımız gezegen, son derece zorlu bir süreçten geçiyor.

Bu öyle bir süreç ki hayata, özellikle de dünyaya dair çok şeyin sıfırlanmasına neden oldu. Bakış açıları değişmeye, elde olan imkanların kıymeti de daha iyi fark edilmeye başlandı.

Corona virüs nedeniyle eve kapandık. Birkaç sokak uzağımızda olan anne babamızla dahi sanki gurbetteymişcesine telefonla görüşür olduk.

Dün sabah babamın görüntülü olarak arayıp torunlarımı görmek istiyorum babam sözü beni son derece etkiledi.

Evet, ne de çok imkanımız varmış. Ve en mühimi de biz bu imkanların farkında bile değilmişiz.

Ailemizin varlığı, yanımızda olması, dostların muhabbet ortamı, sevdiklerimizle geçirdiğimiz vakit… Bunların aslında ne kadar kıymetli olduğunu şu an daha iyi anlıyor insan.

Teknolojinin, bilimin ortadan kaldırmakta güçlük çektiği, gözle dahi görülemeyen küçücük bir virüs, insanları ailelerinden bile uzak durmak zorunda bıraktı.

Yine bu küçücük virüs, tüm dünyayı tehtit eder hale gelerek, adeta global ekonomiyi de durma noktasına getirdi.

Şimdi biraz olsun sorgulama vakti aslında…

Ailemize, dostlarımıza, yani sevdiklerimize gerçekten ne kadar yakındık?

Gereken hassasiyeti gösterebiliyor, yeterince zaman ayırabiliyor muyduk?

Yine ekonomik durumumuz, gelirimiz, giderimiz bizim memnun olmamızı sağlayabiliyor muydu?

Bir virüs çıktı. Annemize bile sarılamaz olduk.

Bir salgın oldu. Çoğu ülkede ekonomik çöküş yaşandı.

İnsanın sevdiklerine hem yakın, hem de uzak olması ne demekti? İşte bunu fark etti insanoğlu.

Yakın ve uzak kavramları, paranın da çözemediği çok şey olduğu gibi önemli hakikatler ortaya çıkmış oldu bu süreçte.

Torunlarımı görmek istiyorum babam serzenişi, yurtdışından getirdiğimiz öğrenci evlatlarımızın konaklama polemiği için de bir cevaptı aslında.  Sevgi, özlem ve şükür gibi insani hallerin, içinin boşaltılmaması halinde ne kadar kıymetli duygular olduğunu da göstermiş oldu. En azından benim ruh halim bu yönde.

Evlatlarımızın sağlıklı bir şekilde kendi vatanlarında olması mı? Yoksa çok yıldızlı otellerde konaklatılması mı? Hangisi hayata dair gerçek bir konfor olabilir acaba?

İşin siyasi ayağını bir kenara bırakalım. Orası benim meselem değil. Ancak şükür ve şükürsüzlük arasındaki o ifadesizlikten de çıkarmamız gereken ders olduğunu bilelim.

Henüz kısa bir süre önce Güney Kıbrıs’a gitmek isterken püskürtülen, geri ülkelerine dönmeye çalışırken de Karpaz açıklarında fırtınaya kapılarak KKTC sahil güvenliği tarafından kurtarılan, sonrasında da ülkemize sığınan 175 mültecinin yaşadıklarını iyi anlamaya çalışalım.

Çoluk çocuk yollara düşen, denizlere dökülen onca insan bu kadarını nasıl olur da göze alabilirdi?

Savaş nedeniyle ailelerini, sevdiklerini, yuvalarını, hatta vatanlarını kaybetmişlerdi. Hayatta kalabilmek için son bir umut diyerek farklı bir ülkede, daha iyi şartlarda hayata devam etmek istediler. Tek gayeleri ise biraz olsun iyi şartlarda yaşamaktı.

İşte yurtdışından başarılı bir organizasyon ile getirmiş olduğumuz öğrencilerimiz için yer yurt beğenmeyenlerin, hatta  hepimizin bu son bir umut yolculuğunu çok iyi okuması gerekir.

İnsan için en büyük servet, sevdiklerinin yanında olması, onlara sarılabilmesi ve uzaklarda da yaşasa bir gün dönebileceği bir vatanı olmasıdır. Evet, bir gün dönebileceği bir vatanı olmalı insanın…

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başka Yazı Yok