Mülkiyet (mal), insanların hep odak noktası olmuştur. Mülkiyete sahip olabilmek için şeytani planlar ve savaşlar yapıldı. İnsanların mülkiyete sahip olma arzusu hiç bitmedi, bitmeyecek. Hatta ‘’mülkiyet’’ bazı ideolojiler ve şahıslar tarafından İlahlık seviyesine çıkarılarak soyut bir put haline gelmiştir.
Kapitalizm, mülkiyeti en temel hak olarak kabul eder, bireyin sınırsız mal sahibi olabileceğini ve toplumu birbiri ile yarıştırarak kazananın servetine servet katması gerektiğini söyler…
Kapitalizme karşı çıkan Komünizm ise üretim araçlarının ortak mülkiyet üzerine kurulu sınıfsız, parasız ve devletsiz bir toplumsal düzenin kurulmasını amaçlar…
İslamiyet ise kalın çizgilerle ‘’Yer, Gök ve arasındaki her şeyin Mutlak Mülkiyeti Allah’ındır’’ düsturuyla mülkiyetinin Allah-u Teala’da olduğunu bildirmiştir.
Mutlak Mülkiyetin sahibi olan Allah-u Teala, evrensel nitelikte olan (din, dil, ırk gözetmeksizin) ‘’insana ancak çalıştığının karşılığı vardır’’ kaidesiyle kullarına mülkiyeti adil bir şekilde ‘’rızık’’ olarak vermektedir.
Mutlak Mülkiyeti elinde bulunduran Alemlerin Rabbi, ‘’Adil’’ ve ‘’Rezzak’’ sıfatlarının çerçevesinde mülkü dilediğine verir, dilediğinde de alır. Mülk verdiği kimseyi, mülkünü nasıl ve hangi yollara göre tasarruf edeceğini görmek için imtihan eder, mülkünü aldığı veya vermediği kimseye ise hangi davranışları sergileyeceğini görmek için imtihan eder.
Allah-u Teala, Müslümanlara ‘’rızık’’ olarak verilen bu mülkü ‘’sadaka’’ ‘’zekat’’ ‘’infak’’ adında kendisi için harcamamızı istemiştir. Allah tarafından verilen bu mülkün bir kısmını, fakir, yoksul, miskin, akrabalarımızdan ihtiyaç sahiplerine vermemizi emretmiş (zekat) ve tavsiye edip bizleri teşvik etmiştir. (infak, sadaka) Kuran-ı Kerim’de altmış üç ayetin sadaka ile ilgili bahislerin olması da konun ehemmiyetini arz etmektedir.
Allah-u Teala’nın kullarına verdiği mülkü ibadete dönüştürmüş ve insanlar arasında hatta toplumsal olarak birlik, beraberlik ve dayanışma vesile kılmıştır. Fakirlerin ve ihtiyaç sahiplerinin bu mülkten hak sahibi olduğunu söyleyen İslam, zekat ve sadaka vesile ile malın temizleneceğini ve bereketleneceğini de belirtmiştir.
Gönüllü olarak ihtiyaç sahipleri için verilen sadakalar İslam’ın güzelliğini yansıtmaktadır. Sadece Allah’ın rızasını kazanmak, menfaat ve karşılık beklemeden sadaka yapıldığı zaman Allah-u Teala’nin teşbihiyle ‘’yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir’’ mealinde ki ayetle muhatap olunur.
Hatta Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle sadece Allah’ın rızası için, Allah yolunda harcama yapmak ‘’yedi başak bitiren ve her başağında yüz tane bulunan bir tohum’’a benzetilmiştir. Yani sadaka asla malı eksiltmez aksine biri yedi yüze katlar.
Sadece Allah rızası için verilen, hiçbir şekilde karşılık ve menfaat beklemeden yapılan sadakaları Allah-u Teala ‘’kendisine verilen bir borç’’ olarak değerlendiriyor. Bu borç ise fazlasıyla kat kat geri iade edilecektir.
Bizler maddeci ahlakın esirleri olduğumuz için bu güzellikleri göremiyor, tadamıyoruz. Bizden bir şeyler eksileceği korkusuyla Allah’ın kat kat vereceği güzelliklerden mahrum kalıyoruz. Halbuki Hz. Muhammed (sav) ‘’bir hurma bile olsa sadaka olarak verin’’ buyurarak aslında sadakanın rakamsal bir değerinin olmadığını, kalpten ve gönülden verilmesi gerektiğini vurguluyor.
Sadaka; kaynaşmanın, dayanışmanın, paylaşmanın ve bununla beraber gelen mutluluğun ibadet halidir. Sadaka verirken, başa kakmamak, insanları rencide etmemek, sağ elin verdiğini sol elin görmemesi sadakanın ahlakındandır. Helal ve temiz olan yollardan kazanılıp sadaka verilmesi da esastır.
Şöyle bir düşüldüğü zaman mülkü veren Allah-u Teala bu mülkün bir kısmını kendisi için verilmesini emrederek, toplumsal dayanışmayı aramızda sağlıyor ve mülkümüze bu vesile ile bereket veriyor. Yani Allah’tan alıp gene Allah’a veriyoruz. Allah-u Teala kulları arasında rızık dağıtırken bizleri memur kılıyor ve Allah’ın rızkını başka bir kişiye ‘’rızık’’ olarak dağıtıyoruz. Allah’ın mülkünü Allah için dağıtmaya özen gösteren ve buna ayrı bir ehemmiyet veren ecdadımız devamlı olarak bu ibadeti yerine getirdiklerinden zaman içinde sosyal katmanlar arasından gelir uçurumu oluşmamıştı.
Fatih Sultan Mehmet döneminin bazı zamanların da zekat ve sadaka verecek kimse bulunamıyordu. Osmanlı Devletinde camilerin avlusunda ‘’sadaka taşı’’’ bulunmaktaydı. Sadaka taşına sadaka bırakılır ve ihtiyaç sahibi ihtiyacı kadar alırdı. Selçuklu Döneminde Anadolu’da zekat verecek kimse kalmadığından Afrika’ya zekat gemileri gönderilmek zorunda kalındı.
Allah’ın bire yedi yüz verdiği bu imkanı kullanalım, Allah’ın kullarına ulaştıracağı rızıklara vesile olalım, Allah’a borç verebilme imkanını kaçırmayalım…
Vesselam…