Yazar

Bay EGO Cüneyt, Kurban Şeyma, Canım Kıbrıs…

Hepimiz suçluyoruz popüler kültürü… Bilmem kimin aşk hayatının toplum tarafından, tarihteki büyük olaylar kadar dikkat çekememiş olmasını kınıyoruz. Toplumun çöküşünü, kitap okuma oranının düşük olmasını, kısaca hazzın ihtiyacımız olan tarih-kültür-yaşam bilgi ve becerisinin üstünde olmasına üzülüyoruz. Ancak bu bağlamda bir kurban seçip bütün öfkemizi ondan çıkarmak çözüm mü? Hem de onun üzerinden prim yaparak…

20. yy’ın film ve kitaplarında;

-“Bu zındık!” ile başlayan cümleler vardır hani. Bir kurban seçilir, toplum içinde toplumun temel yargılarıyla çeliştiği argümanına dayanarak olabildiğince küçümsenip katli istenir. Bu durumu oluşturan, kurbanı suçlayan güya doğruluğun ve bilgeliğin timsali haline gelir. Ama zannımca gözlemlenebilen  “kurbanı” işaret edenin, en az “kurban” kadar aciz olduğudur.

Cüneyt Özdemir alanında başarılı bir gazeteci… Değerlendirmeleri,  analitik düşünce yöntemleri, gündem takibi ve (bazen es geçtiği) tarafsızlığı koruyabildiği ölçüde de başarılı…

Geçen yazdığım medya grubundan bir arkadaş bu beyefendiyle resim atmıştı gruba. Bir biçimde karşılaşmışlar, pek bir özenmiştim doğrusu. Söz konusu söyleşiyi o günlerde dinlemiş olsam o kadar da özenmezmişim, onu hissettim.

Alakasız bir konuk var bu kez: Şeyma Subaşı…

Birlikteliğinden doğan ünü, haksız olarak sağladığı düşünülen kazancı ve bitmeyen seyahatleri ile gündeme tutunmuş genç ve güzel bir kadın. Bizler zeki mi, aptal mı, o mu, bu mu diye tartışırken o, istikrarlı bir biçimde “ben buyum, daha fazlası değilim” diyor.

Önce sürekli abartılıp sonra “pee, bu mu yani?” deyip küçümsenme kısır döngüsüne alınan bu genç kadın için yazacağım hiç aklıma gelmemişti.

“Bir insanın iyi niyetli yorumları üzerinden ancak bu kadar ego okşanmaya çalışılırdı” diye bir yorum okudum twitter’da. Nuran Özkurt adlı kullanıcıya ait. Hiç tanımadığım bilmediğim biriyle o kadar aynı noktadayım ki, o andan sonra geçtim klavyenin başına…

Kadının “ben çok entelektüelim, akademik bir kişiliğim” diye bir iddiası olmamış hiçbir zaman. Ayrıldığı eşinden (ve onunla olan ilişki biçiminden) doğan popülerliği ve sosyal medya kullanımı ile tanınmış biri. Ve evet, Türkiye gerçeği bir kadın! Konu hepimizi gülümseten kitap işine gelindiğinde ise “ ‘hayatın merak ediliyor, yazıya dökelim’ diye teklif ettiler bende kabul ettim” diyor. Çocuk sayılacak yaşta bir kadın ile önceki evlilik bağına karşın aşk yaşayan Acun’un, bu bağlamda kimsenin dikkatini çekmemesini de hayli garip buluyorum.

Bu size garip gelebilir ama açık söyleyeyim.

Bizim yerel basın Türkiye ile alan açısından karşılaştırılamaz gözükebilir. Ancak bizdeki basın yapısının Türkiye’ye oranla çok daha saygı ve tolere unsurlarını içerdiğini görmek mümkün. Aslında alanın küçük olması, medya yarışını hayatta kalabilmek adına daha olağan kılabilmektedir. Ama bizimkiler de ön plana çıkmak veya erişim artırmak için böylesi bir gaye görmedim ben. Siz hiç Serhat İncirli’nin, Çiğdem Aydın’ın, Hüseyin Ekmekçi’nin, Cenk Mutluyakalı’nın veya Güven Arıklı’nın programına birini çıkarıp dolaylı veya doğrudan küçümsediğini gördünüz mü?

Özellikle tarafını bildiğim spikerlerin karşı görüşten birini konuk ettikleri zaman dikkatli bir biçimde izleme gayretinde olurum. Çok ciddi bir gereklilik olmadığı sürece bizim spikerlerimizin gerek magazinsel, gerek siyasi camiadan konuklarıyla çirkin bir biçimde ters düştüklerini görmedim.

Hatta en son covid tüm gündemimizi işgal etmeden evvel Cumhurbaşkanlığı seçimi için Güven Arıklı, Tufan Erhürman’ı konuk almıştı. Güven Bey’in koyu milliyetçi yönünü bilmeyen yok. Ki zaten gazetenin amblemlerinde de Türkiye ve Kuzey Kıbrıs bayrağı var. Tufan Hoca ise Kuzey Kıbrıs’taki sol siyasetinin tartışmasız devi.

Pür dikkat dinledim. İki tarafın da belki de hem ada insanı olmasının, hem de akademik yönlerinin de bulunmasıyla dinlenesi bir tablo çıktı ortaya… Hoşgörü, tolerans, saygı bir diğerine farklı olana konuşma ve yaşama hakkı. Takipçi kazandırmaz belki ama onurlu bir yaşam için gerekli hatta olmazsa olmaz erdemlerden.

Tabi bizlerin Sayın Özdemir kadar takipçisi, dinleyicisi yok elbette. Tecrübesine, ilmine, seyahat deneyimlerine de yanaşamayız. Gitsek dizinin dibinde asistanlığını etsek öğrenecek sayısız şey vardır. Hepsine eyvallah. Biz ona gazetecilik öğretemeyiz. Lakin bir şekilde takip gören bir kadının popülaritesini kullanarak konuk alıp sonra onu tavırlarıyla, eleştirileriyle küçümsemek ne gazeteciliğe, ne erkeliğe, ne de insanlığa sığar. Madem bu kadar küçümseyip kayda değer görmüyorsunuz, muhatap almayınız. “Sık sık ‘stalk’lıyorum” diyor. “Birileri Şeyma’ya virüsten sonra partilere akamayacağını anlatsın, susturup “bir dur, fırsat ver” diyor. Fırsat vermeyenlere örnek olarak da Kamer Genç’i örnek veriyor… Tuhaf mimikler, yersiz kahkahalar… Hem kadını konuk alıyorsun hem de ne zaman çıkacak diyen seyircileri “şurada salgını, dünya gündemini konuşuyoruz, acelesi mi var Şeyma’nın” diye tersliyorsun. Böyle bir çelişki yok..  Çok kötüydü çok…

Demem o ki kibir, cehaletten daha itici…

Exit mobile version