- 10
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
Dikkat! Bu yazı mutlu olmanın, mutlu etmenin ve mutluluğu dibine kadar yaşamanın sırrını vermekte, mutluluğun edebiyatını değil mutluluğun özünü içermektedir.
Mutluluk her zaman insanların ulaşmaya çalıştıkları bir değer olarak yaşadı. Mutluluğa ulaşabilmenin yollarını, formülleri arandı. Mutluluğa ulaşamayan, mutluluğu tadamayanlar ‘’mutlu olmayı’’ başka yerlerde aradılar. Paraşütten atlayıp, korku tünelinde gezip, aksiyon peşinde koşup ‘’ekşın’’ adı altında mutlu olmaya çalıştılar. Mutlu olmak, m-u-t-l-u harflerinin yanyana gelerek oluşturduğu bir kelimeden daha öte bir şey olması lazım. Zira mutluluğu beş harften oluşan bir kelimeye hapsetmek mutluluğa ulaştırmaz. Bunu nerden mi biliyorum? Çünkü ben mutluluğu gördüm, yaşadım ve yeniden keşfettim. Merak etmeyin mutluluğu sizlerler de paylaşacağım.
2018 yılında Kurban Bayramında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inden toplamış olduğumuz vacip kurbanları Afrika kıtasında bulunan Tanzanya ülkesinde kesip, Tanzanya’da ki kardeşlerimizle kaynaşıp, paylaşmak için yola çıktık.
Kıbrıs Türk Halkının çizilen sınırları aşıp Afrika’da ki kardeşlerimizle kurulacak olan gönül bağının ilk bağıydı bu. Kıbrıs Türk Halkının Afrika insanıyla buluşup, kaynaşıp, ‘’kardeşim bende senin yanındayım’’ demekti bu. Bunun göstergesi de vacip olan kurbanların Afrika’da kardeşlerimizle paylaşılması ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bayrağının Afrika’da dalgalanmasıydı. Heybemize insanlık, kardeşlik, sevgi, Kıbrıs Türk Halkının bize verdiği görevi ifa edebilmenin heyecanı, şeker ve biraz da oyuncak alıp yola revan olduk. Kurbanlarımızı Mwanza şehrinde kesecez ve kardeşlerimizle paylaşıp, kaynaşma imkanı bulacaktık.
Bayram sabahı ilk ziyaret merkezimiz 3 ile 12 yaşlarında olan yaklaşık on beş kişilik yetim ve öksüz olan çocukların kaldığı medrese oldu. Çocuklar avluda birbirleriyle oyun oynuyorlar, birbirlerini kovalıyordu. O kadar çok mutluydular ki seslerini uzak duydum. Hepsinin yetim ve öksüz olması, bayram sabahı aileleriyle beraber olamamaları beni çok hüzünlendirdi ve duygulandırdı. Bizi görünce toplandılar, sıraya geçtiler, bayramlaştık ve hediyelerimizi ve şekerlerimizi ikram ettik. Oyuncakları çantamdan çıkardığımda, oyuncakları gören çocuklar mutluluktan çığlık attılar, küçük ve tatlı yüzlerini bir anda masum bir tebessüm kapladı. Sizler bu mutluluk çığlığını duyamadınız ya emin olun çok şey kaybettiniz.
Oyuncak dediysem yanlış anlamayın. Öyle şaşalı şeyler değil. Bizim çocukların yüzüne bile bakmadığı İstanbul Eminönü çarşısından iki liralık küçük bebek, siyah gözlük, küçük bir oyuncak arabadan ibaret. Evet fiyatı ve kalitesi küçük ama mutluluğu dünyalar kadar oldu bu oyuncakların. Bu medresenin dersliklerini ve yatakhanesini gezdik. Derslik dediysek iki tane sınıf, sınıflarda duvarda kara tahta ve sadece bir sınıfta sıra var o da iki tane. Yatakhanelerde çocukların üzerinde yattığı tahta parçaları, bazılarında eski yatak ve üzerlerinde sineklerden korunabilmek için tüller vardı. Bunlara rağmen yüzlerinde tebessüm, aralarında ki muhabbet ve oyunları hiç ama hiç eksik olmuyordu. ‘’Buna rağmen’’ dedim çünkü bizim şartlarımızda bu durumda mutlu olmak zor. Değil mi?!
Ben satırlarda Afrika kıtasının fakirlik, yoksulluk edebiyatını yapıp rant yapma peşinde değilim. Aksine ‘’mutlu insanlar kıtası’’ olan Afrika’nın zenginliğini ortaya çıkarıyorum.
Mutluluğun sırrına ulaşmaya devam edelim…
2019 Ağustos ayında gene Kurban Bayramında kurban vesilesi ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden topladığımız vacip kurbanları yerine ulaştırmak için Sudan yollarına revan olduk. Heybemizde her zaman olduğu gibi insanlık, kardeşlik, sevgi, Kıbrıs Türk Halkının bize ikinci defa verdiği görevi yerine getirebilmenin heyecanı, şeker ve oyuncak vardı. Yalnız bu sefer heybemiz boş dönmedik, mutluluğu görmüş, tecrübe etmiş olarak heybemize mutluluğun sırrını da yerleştirdik.
Velhasıl başkent Hartum’a indik ve ikamet edeceğimiz misafirhaneye yerleştik. O gece kovadan boşalırcasına yağmur yağdı, sel felaketi oluştu ve bir çok ev sular altında kaldı. İkamet ettiğimiz binanın yanında terkedilmiş, yarım kalmış bir bina da bir aile yaşıyordu. Üstü açık olan binanın altında günlerini geçiren bu ailenin, binanın önünde küçük bezden yapılan bir çadırı vardı burada kalıyorlardı. Çocukların kendi imkanlarıyla bidondan yaptıkları oyuncakları oynarken seslerini işittim ve getirdiğim oyuncaklarını kendileri vermek için yanlarına gittim. Bu sefer heybemiz de oyuncak olarak balon, küçük oyuncak bebek, ses çıkaran ışıklı el topu vardı. Çocuklara balonları dağıttım şişiremeyenlere de ben şişirip ağızlarını bağlayıp verdim ve havaya atıp oynamaya başladılar. Balona o kadar çok sevindiler ki şimdiye kadar bir balona bu kadar çok sevinen çocuk görmedim desem yalan olmaz. Çocukların balon oynamadan aldıkları mutlulukları burada bir kaç kelimeye hapsetmek istemiyorum.
Bu mutluluğu anlatamam.
Bu mutluluğu anlatacağım bir kelimem maalesef yok.
Şimdi itiraf zamanı. Bunu beklemiyordunuz değil mi? ‘’Ne yani filozofların birbirleriyle tartıştıkları, mutlu olabilmenin yollarını bulup maddeler halinde kitap yazdıkları, beş harften oluşan ‘’mutlu’’luğu bu siyah çocuğun balona sevinmesinden mi buldun?’’ diyeceksiniz. Evet tam üstüne bastınız burada buldum!
Bu mutluluğu basitleştirmek değil mutluluğun özüdür. Mesele mutluluğu balona sığdırmak değil, balonla mutlu olabilmektir. Bizler mutluluğu hep yanlış yerlerde aradık. Mutluluğu hep maddileştirdik. ‘’Paran kadar mutlusun, para var mutluluk var’’ diye diye kandırdılar bizi. Bizler mutlu olurken hep kapitalizm kazandı. Bizler mutlu olurken küresel şirketler, sermaye sahipleri servetlerine servet kattılar.
Öyle bir hale geldik ki çocuklarımızı Apple, play station, tabletlerle mutlu etmeye çalıştık, çocuklarımızı bunlarla mahkum ettiğimizin farkına varmadan. Gök kubbenin altında, masmavi mis gibi havada parklarda kaydıraktan kayarak mutlu edebileceğimiz çocukları, şimdi Apple’nin bilmem kaç bin liralık telefonuyla mutlu etmeye çalıştık. Kör ebeyle, saklambaçla, yerden yüksek oyunlarıyla yüzü gülmeyen, mutlu olmayan çocuklar artık tabletler bile mutlu etmiyor.
Başımızın tacı olan kadınlarımızı tektaşla, beştaşla, sıfır kilometre arabalarla mutlu etmeye başladık. Çünkü mutluluğu ‘’bir papatyayla bir gülle basitleştirmemek lazım’’mış. Mutluluğu hevesle karıştıranlar şimdi daha çok şey ister oldular ve mutluluğu tamamen somutlaştırdılar. Mutluluk, maddileştikçe ve somutlaştıkça elimizden uçup gitti. Halbuki mutluluk, küçük şeylerle mutlu olabilmekti.
Batı Medeniyeti(!) önce köleleştirip karın tokluğuna çalıştırdığı, Avrupa’yı inşa ve imar eden, Avrupa’nın kalkınmasında ki en çok paya sahip olan Afrika insanının, yer üstü ve yer altı zenginliklerini elinden aldı ve hep sömürdü ama Afrika insanın mutluluğunu ve tebessümünü alamadı.
Refah ve ilmi seviyesi yüksek olan Avrupa (!) mutluluğu zinada, uyuşturucuda aradı. Mutluluğu bulamayınca alkole sarıldı. Mutluluğun sırrını balon oynayan çocuğun yüzünde bulamayan, göremeyen, basiretleri kapanananlar şimdi çareyi psikoloklardan bekliyor, umudu kesenler de çözümü intihar etmekte buluyor.
Bize mutluluğu gösteren, balonla dahi mutlu olabileceğimizi tüm insanlara haykıran, bu küçük, masum ve mutlu çocuğa ne kadar teşekkür etsek azdır. Hep mutlu ol inşallah..
Bir gün yolunuz Afrika’ya düşerse bu insanların mutluluğunu, gülüşlerini sizlerde görebilirsiniz.
O zaman diyoruz ki; ‘’Bir balonla mutlu olabildiğin kadar mutlusundur.’’
Sizleri ‘’bir balonla mutlu olabilmeye’’ davet ediyorum. Mutlu kalın…