- 8
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
Bu yazıyı adalet ölçüsünden şaşan, insanların haklarını korumayan, kendi menfaatini devletin ve milletin menfaatinden üstün tutan, egolarından kurtulamayan, liderlere ve yöneticilere ithaf ediyorum.
Öncelikle Hz. Muhammed (sav), ehl-i beytine, ashab-ı kiram efendilerimize selam olsun… Selam olsun bizlere ‘’en güzel örnek’’ olan Peygambere… Selam olsun rahmet olarak gönderilen müjdeci Peygambere… Binlerce selam olsun…
Hz. Muhammed (sav) ‘’kul’’ ve ‘’peygamber’’dir. İnsani vasıflara sahip olması hasebiyle Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle ‘’en güzel örnek’’tir. Rahmet Peygamberi (sav) aynı zamanda bir devlet başkanıydı. Bir çok yönüyle her açıdan bizlere ‘’rol model’’ olan Peygamber-i Ekber (sav) devlet başkanlığı sıfatıyla da bizlere örnek olmaktadır.
Medine’ye hicretten sonra Allah’ın Rasulü (sav) Medine’de bulunan Ensar, Muhacir, Hrıstiyan, Yahudi, Mecusi, Putperest Arapların kabile başkanları toplayarak ‘’konfedasyona’’ dayalı bir devlet kurmayı teklif etti. Yani her kabilenin kendi özerk yönetimi olacak, merkez yönetim ise sadece savunma, savaş ve temyiz davalarıyla ilgilenecekti. Bu teklif kabul edildi, başkan olarak Hz. Muhammed (sav) biat alarak seçildi. ‘’Medine Sözleşmesi’’ olarak da bilenen bu yapı aynı zamanda evrensel nitelikleri ve maddeleri açısından tarihe altın harflerle yazıldı.
Rahmet yüklü olan Hz. Muhammed (sav) devlet işlerinde ve sosyal hayatta her zaman sabırlı ve ümitvar olmuş, insanlara da bunu telkin etmiştir. İnsana insan olduğu için değer verir ve her zaman gönül kazanmayı gaye edinirdi. Bu bağlamda savaş sonrası esirlere asla zulmetmemiş, onlara iyi davranmış hatta onları kazanabilmenin yollarını aramıştır. O’na düşman olanlara beddua etmemiş aksine onlara dua ederek Allah’tan onlar için iyilik ve güzellik istemiştir. Devlet Başkanı vasfını kullanarak, güç ve iktidar kendisinde olması rağmen ‘’dinde zorlama yoktur’’ akidesin gereği olarak insanlara zorla kendi dinini, ideolojisi dayatmamış, kendisinin sadece uyarıcı ve hatırlatıcı olduğunu vurgulamıştır.
Devlet başkanı sıfatından dolayı kendisinden korkan kimselere ‘’Korkma, ben Mekke’de kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum’’ diyerek tevazünün örneğini bizlere sunmuştur. Bir devlet başkanı olarak insanları asla sınıflandırmamış, zengin, fakir, güçlü veya zayıf olarak insanları ayırmamış, kapısını çalan, kendisinden yardım isteyen hiç kimseyi geri çevirmemiş, ya ihtiyacını karşılamış ya da ihtiyaç sahibi başka mercilere yönlendirmiştir.
Hz. Muhammed (sav) ‘’ben peygamberim, ben Allah Teala’dan vahiy alıyorum, sizin bilmediğiniz şeyleri ben bilirim’’ dememiş, vuku bulan olaylar karşısında herkesin fikrini sorup istişare de bulunmuştur. İstişareyi ‘’rahmet’’ olarak gören Peygamber Efendimiz (sav) herkesin fikrine önem vermiş, herkesi dinlemiş ve ortak karara göre hareket etmiştir. Mesela Bedir sonrası esir düşen insanların durumlarının ne olacağını ashabıyla beraber istişare de bulunması buna örnektir.
Efendiler Efendisi (sav) insanların dirisine önem verdiği gibi ölüsüne de önem verirdi. Bir gün bir cenazenin geçti sırada ayağa kalkar. Kendisine ‘’Efendim bu Yahudi cenazesidir’’ diyenlere ‘’sonuçta insan değil mi?’’ diyerek evrensel nitelikte mesajını bizlere ulaştırdı. Devlet başkanı olan Allah’ın Peygamberi (sav) bir gün çok sevdiği kuşu vefat eden bir çocuğu ziyaret ederek kendisine başsağlığı dilemiş ve teselli etmiştir.
Yüz ölçümü üç milyon metrekare olan devletin başkanlığını yaparken, devleti içten içe çürüten ‘’rüşvete’’ karşı durmuş ve ‘’rüşvet alanı da vereni de buna aracılık edeni de Allah lanet etsin’’ diyerek tavrını belli etti. İradesi zayıf, liyakat ve ehil olmayanları devlet idarecisi ve yöneticisi olarak tayin etmezdi. Vali, memur atayacağı zaman iradesine, liyakatine göre görev vermiştir. Halktan bir şikayet geldiği zaman memuru hesaba çekmiş ve bazı zamanlarda rapor isterdi.
Bazı zamanlarda pazarı teftiş eder, hileli ve kusurlu mal satanları tespit eder ve onlara ‘’Bizi kandıran bizden değildir’’ diyerek uyarırdı. Pazarın güvenliği sağlayıp, kusurlu ve eksik mal satan esnafları tespit edilmek için memurlar görevlendirirdi ve bu memurlar arasında kadınlar da vardı. Bir iş yapılacağında işi takip eder ve bizatihi işe yardım ederdi. Mescid-i Nebevi’nin yapılışında mübarek elleriyle taş taşımış, kendisine ‘’Efendim, siz bırakın biz yaparız’’ demelerine rağmen çalışmaya devam etti. İşçinin hakkına önem vererek ve işçinin emeğini alınteri kurumadan verilmesini emretti.
Devlet Başkanı vasfını kullanarak, güç ve iktidar kendisinde olması rağmen ‘’dinde zorlama yoktur’’ akidesin gereği olarak zorla kendi dinini, ideolojisini insanlara dayatmamış, kendisinin sadece uyarıcı ve hatırlatıcı olduğunu vurgulamıştır.
Bir gün Hz. Peygamber (sav) odasında uyurken Hz. Ömer (ra) odasına girer. Odanın içine göz gezdirir. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, diğer köşede ise içinde birkaç avuç arpa bulunan bir torba görür. Peygamber Efendimiz (sav) uyandığı zamanda üzerine yattığı hasırın vücudunda ki izlerini gören Hz. Ömer (ra) ağlamaya başlar. Peygamber Efendimiz (sav) ağlamasının sebebini sorar. Hz. Ömer (ra); ‘’Ey Allah’ın Peygamberi! İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizans kralı lüks ve ihtişam içinde yaşarken, Sen ki Allah’ın peygamberisin izin ver sana da bu imkanı sunalım seni güzel bir şekilde yaşatalım..’’ dedi. Bunun üzerine kendisine has vakarıyla ‘’Ey Ömer! İstemez misin dünya onların olsun Ahiret bizim’’ dedi.
Peygamber-i Ekber (sav) devlet idaresinde ve sosyal hayatında din-dünya dengesi korumuş, dini için dünyadan, dünya için de dininden asla taviz vermemişti. Bu denge sayesinde aşırı dünyevileşmesin önüne set çekmiş ve para, makam, saltanat ve konforlu bir hayatı terkedip idareciliğini yaptığı insanlarla aynı seviyede bir hayat sürdü. Öyle ki devlet başkanı olmasına rağmen hazineden hakkından fazlasını almaz ve çoğu zaman açlıktan karnına taş bağlardı.
Efendiler Efendisi (sav) devlet başkanı bile olsa mütevazi bir hayat tarzı, kanaatkar bir duruşu, insanlara değer veren bir siyaseti, her durumda gönül kazanmayı amaçlayan bir hedefi vardı. Ne mutlu O’nu örnek alıp hayatını O’na göre şekillendirenlere…