Bu yazıyı bize sahip çıkan, bizi yönlendiren, sevgi ve merhametini bizden esirgemeyen, İmam-Hatipliğin şerifini ve izzetini muhafaza eden Yusuf Başaran hocama ithaf ediyorum…
Tanzimat’tan bu yana bizi biz yapan tüm değerlerden, kimliğimizden, tarihimizden, inancımızdan medeniyet ve kültürümüzden bizleri uzaklaştırmaya çalıştılar. Çünkü bizim değerlerimiz, Batılaşmanın ve Modernleşmenin önünde ki en büyük engeldi ve bu değerlerimizden kurtulup medeni olmamız lazımdı(!)
En çokta inancımızla, bizleri imanla ve medeniyetimizin güzellikleri ile buluşturan kurum ve şahıslarla savaştılar, onları toplum nezdinde itibarsızlaştırmak istediler.
Bu durum öyle bir hal aldı ki 2590 sayılı 26 Kasım 1934 sayılı 3 maddelik yasa hükmünün 1. Maddesinde ‘’Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırıldı.’’ Bu yasayı kaldırmak şöyle dursun, kaldırılması dahi teklif edilemezdi çünkü anayasayla korunması teminat altındaydı.
Bu bağın normal yollarla koparılamayacağını bilen bu zihniyet kanun hükmünde cebren bu bağı koparmak istediler. Yani artık hoca, imam, hafız, hacı vb. gibi unvanları kullanmak yasaktı.
Laikliğin ne olduğunu bilmeyen, laiklik kisvesine bürünüp din düşmanlığı yapan faşist zihniyet en çok toplum nezdinde itibar ve saygı gösterilen imamlarla mücadele ettiler. Biliyorlardı ki imam ile toplum arası açıldığı zaman emellerine daha çabuk ulaşabileceklerdi.
Nispeten başarılı olsalar da tam anlamıyla muvaffak olamadılar, imamlarımız her zaman bizlere manevi rehberlik etmeye devam ettiler, ediyorlar ve edeceklerdir…
Yeşilçam filmlerinde imamları bizlere her türlü çirkinliği yapan, üç kağıtçı, kurnaz, hep bel altını düşünen kişiler olarak lanse etmeye çalıştılar. Bizleri dinimizden ve bu dinin müdavimleri olan imamlarımızdan uzaklaştırdıkları zaman medenileşmeye başlayacaktık (!) ama nasip olmadı…
Bu kadar uğraşmalarına rağmen bizlere örnek olan, bu faşist ve zavallı zihniyete lisan-ı hal ile ders veren, imamlığın şeref ve izzetini nefsinin ve menfaatinin üstünde tutan imamlarımız hiç eksik olmadı.
Sizlere bir imamdan bahsedeceğim ama sakın imam deyip basite alıp geçmeyin. Bir imam binlere hatta milyonlara ulaşacak ‘’bir’’leri yetiştirebilir…
Bu arada ‘’İmam’’ dediğim zamanda zihinlerimizde oluşan FETÖ’nün örgüt hiyerarşisinde bulunan şahıslardan bahsetmiyorum. Ben ‘’imam’’lığın asli fonksiyonundan bahsediyorum.
Şu an bile ‘’imam’’ denildiği zaman zihinlerde kalıplaşmış hale gelen imam tasavvuru, medya, dizi, film gibi mecraların zihinlerimizde ki kalıntısın göstergesidir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Başkent Lefkoşa’da yıllar önce Yenicami’de görev yapan genç ve takvalı imam, bu kalıplaşmış zihniyetin ezberini bozan, bu işin böyle olmadığını lisan-ı hali ile anlatan biriydi.
Cemaatine dinin emir ve yasaklarını, Hz. Muhammed (sav) hayatını anlatmakla mükellef olan bu imam, insanlar ile olan ilişkilerinde saygılı, küçüklere karşı sevecen ve merhametliydi. Yenicami bahçesinin büyük olması hasebiyle çocukların top oynadığı cami avlusunda çocuklarla beraber top oynayan, şakalaşan, gençlerle güreş yapan bu imam birçok çocuğunun sevdiği ve kendisiyle oyun oynamak istediği biri haline geldi.
Çocukların kalbine dokunabilen, çocuklara değer verdiğini ve sevdiğini hissettiren bu imam sessiz bir inkılab gerçekleştirdi ve gönülleri fethetti. Bunu yaparken de kendi menfaati, herhangi bir ideoloji gözeterek değil karşılık beklemeden ‘’insanlık’’ namına yaptı.
Çocukların mutlu olduğu çikolataları ikram eden, çocuklara gezi ve piknikler düzenleyen bu imam çoğu zaman kendi maaşının bir kısmını çocuklarla paylaşmaktan geri durmadı.
Kendisine hem çocukların hem de büyüklerin değer verdiği bu imam, mahalle sakinlerinden de takdir edilmekteydi. Çocukları ağabeylik yapan, onlara sahip çıkan, ideolojilerin ya da kendi menfaatinin aksine insan olabilmenin yollarını anlatan, çocukları medeniyet ve tarihleriyle barıştıran bu imam, çocuklara bir ufuk çizdi ve çocuklar o ufka doğru yürüdü.
Şimdi o çocuklar büyüdü ve insanlara değer veren ve insanların kalbine dokunabilmek için denizleri ve kıtaları aşar oldular. Sevgi, saygı ve merhametle başlayan bu yol bir çocuğun hayatını değiştirdi ve insanlara faydalı olabilmenin yollarını arattırdı.
Eğer bir insan kazanmak istiyorsanız insanın kalbine dokunmaya çalışın. Bunu yaparken yapmacık, menfaatperest, ideoloji dayatması olarak değil karşılık beklemeden yapın. Karşıda ki insana sevginizi, saygınızı ve muhabbetinizi hissettirin. Arkanızda bunlar olduğu zaman çok güçlü bir insan olursunuz.
Kim bilir belki de kalbine dokunacağınız kişi büyük bir adam olacak ve binlerin kalbine dokunacak bir insan olacak.
Ne mutlu menfaatsiz bir şekilde insana yatırım yapıp, insanların kalplerine dokunabilen koca yürekli adamlara. İyilik ve güzellikler onlarla beraber olsun…
Bir Japon Atasözü der ki; ‘’Kendine usta diyebilmek için ustanı geçeceksin ve seni geçecek bir usta yetiştireceksin.’’
Vesselam