Sözlükte “halk tarafından sevilme, tutulma, ünlü olma, iyi tanınma” olarak tanımlanan popülarite kavramının, adeta dibine kadar yaşandığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Belki bu satırlarımda bana katılmayacaksınız ama özetle günümüz dünyası:
duygudan davranışa her şeyin bir meta gibi kıymetsizleştirildiği, özele saygının yitirildiği, teşhirin matah bir şeymişçesine topluma servis edildiği; yaşadığı kimlik bunalımıyla her geçen gün biraz daha özünden ve değerlerinden uzaklaşan insanın en mahrem haline kadar vâkıf olunan bir CİNNET KORİDORU!!!
Neredeyse hepimiz, insani ve/ya İslami değerleri de etkisi altına alan bu akla ziyan tutulmanın esiri olmuş durumdayız. Küçücük çocuklardan tutun da, ihtiyarlığın kapısını çalmak üzere olduğu pek çok büyüğümüze kadar sirayet eden bu beğenilme ve takip edilme arzusu, bizler için günümüz dünyasında yeni insanlık ve İslamlık motifleri de doğurdu. Siz isterseniz buna sosyal medya insanlığı veya İslamlığı da diyebilirsiniz.
Neler yok ki buralarda? Kahve eşliğinde okudukları! kitapları arz edenler, aileleriyle veya dostlarıyla “Pazar günü kahvaltı keyfi” yapanlar, yaptıkları yemeği takipçileriyle paylaşmadan! sofraya koyamayanlar, makam mevki kaygısıyla yaptıkları basit bir fiili bile topluma kazandırılmış muazzam bir hizmet edasıyla fotoğraflayıp sosyal medyaya yükleyenler, icra ettiği görevin sınırlılıklarından bîhaber olup ulusal yayın organlarında açıklama yaparcasına durum paylaşanlar ve daha niceleri.
Aslında tüm bunlar, her ne kadar vehamet tablosunun boyutlarını gösterir gibi dursa da, totale oranla çok masum durumdalar. Nitekim günümüzde Youtuberlik diye adlandırılan bir meslekle karşı karşıyayız. Peki nedir bu youtuberlik? Eline akıllı telefonu alıp, sözlerine “Merhaba arkadaşlar kanalıma hoş geldiniz” diyerek başlayan bir takım zevatın, çoğunlukla kaydetmeye değer olsun veya olmasın, buldukları her şeyi videoya alarak herkesin beğenisine! sunan fenomenlere verilen isim. Bu sözlerimden söz konusu mecranın asla iyiye kullanılmadığı anlaşılmamalı elbette. Ancak günümüz şartlarında bu ortamlarda şerrin hayra galip geldiği ne hazindir ki bir gerçek. Bazıları tarafından eğlencesine kullanılan bu platformda takipçi veya aldığı tık sayısının çokluğuna eşdeğer olarak para kazananlar da var. Sorun da burada ya zaten. Biraz daha fazla tıklanıp daha fazla kazanabilmek ümidiyle ne utanç verici videolara imza atılıyor buralarda. Aile büyüğüne hakaret edeni mi ararsınız, yoksa ahlaksız eğilimlerini izhar ederek konuşanları mı? Hepsi mevcut…
Kolay para kazanmanın bu kadar alçalmayı da beraberinde getirmesine şaşılmamalı doğrusu. Ne var ki yanınıza alıp bir işi teslim etmekten imtina edeceğiniz çapsızlıktaki pek çok kişinin, sırf tıklanma sayısı yüzünden bu mecralarda aldığı komik tanıtım/reklam videolarını izlerken ürperti duyuyorsunuz. Bu durum ise, ellerine akıllı cihazlar tutuşturularak sessiz kalmaları istenen çocuklarımızın kulağına şunu fısıldamakta: Bilime, sanata, spora, zanaata hâsılı kendini geliştirip topluma bir şeyler katacağın bunca şeye ne gerek var? Gel sen de popüler kültürü iyi takip et, trendlerden, akımlardan haberdar ol ve kendine bir kanal açıp absürt videolar çek. Ne de olsa amaç para kazanmak değil mi?
Yazımın başında da değindiğim gibi tüm bu platformlar, yeni yeni insanlık ve İslamlık anlayışlarını da beraberinde getirdi. Ya da zihinlerimiz farkında olarak veya olmayarak bu iki kavram noktasında ciddi dönüşümler yaşadı. Söz gelimi günümüz insanı! sokak ortasında eski eşini öldüresiye döven birini gördüğü zaman telefonunu çıkarıp videoya alabilmekte, ya da bir Müslüman sosyal medyada paylaşılan üzücü bir gelişme karşısında dua isteyen kardeşinin o paylaşımının altına dua yorumu yazarak bu isteği karşıladığını düşünür hale gelebilmektedir. Oysa ne insanlığın gerektirdiği şey o videoyu çekmek, ne de Müslümanlığın icabı yorumun altına dua cümlecikleri bırakmak olmalıdır. Buna bir misal vermek gerekirse: bu dönüşümler yaşanmazdan önce birbirinden dua isteyen iki Müslümanın bu isteklerinin altında, bir namaz sonrası ellerini semaya açtığın vakit bana da dua et! manasının olduğu gerçeğidir.
Yine bu cümleden olarak, uzunca bir zamandır var olan Romantik İslamcılık örneği de burada zikredilmeyi hak ediyor. Ayetlerin, hadislerin veya dini değerlerin popüler bir üslup ekseninde erozyona uğratıldığı bu fikrin en travmatik hezeyanları “bir erkeğin en karizmatik olduğu an, secdedeki halidir”, “birlikte abdest kavgası edelim” gibi sözde İslami formatlara sokulan ancak özünde dini değerleri yozlaştırmaktan öteye geçemeyen bir takım saçma sloganik cümleler olsa gerektir.
Kuşkusuz Âdemoğlu fıtratı gereği beğenilme ve takdir edilme duygusuna haiz olarak dünyaya gelmektedir. Nitekim İslam tasavvuf geleneği de tarih içerisinde, insanın bu halini kabullenip makul ve makbul sınırlarda kalarak kibir ve ucb[1] denilen aşırılıklarda savrulmaması adına, nefis terbiyesi olarak adlandırılan bir eğitimle karşımıza çıkar. Burada insan, zihninden geçebilecek fikirlerinden tutun da, hemcinsleriyle olan dünyevi ilişkilerinden, rabbine karşı sorumlu olduğu inkıyada[2] kadar çok geniş bir çerçevede saflaştırılıp, temizlenir. Tabir yerindeyse KENDİNİ BEĞENME VE BEĞENİLME SEVDASI UĞRUNA BİR “HAYAT” YAŞAMAKTAN KURTARILIR.
Şimdi, maddeden bunalıp manayı kaybeden bizlerin, bugün bu terbiyeye ne kadar da muhtaç olduğunu varın siz düşünün. Gelin hiç kendimizi kandırmayalım. Hazların karanlık dehlizlerinde yok oluşa terk edilen ruhlarımızı oralardan kurtarıp, İslam’ın mana bahçesinde huzurlu bir hayata salalım.
Sözümüz hatimesi de rızası en makbul olanın kelamıyla olsun:
SİZDE
BULUNANLAR TÜKENİP GİDER, AMA ALLAH’IN KATINDAKİLER KALICIDIR. ASLA KUŞKUNUZ
OLMASIN Kİ, GÜÇLÜKLERE GÖĞÜS GERENLERİN ECİRLERİNİ, YAPMIŞ OLDUKLARININ DAHA DA
GÜZELİYLE VERECEĞİZ.[3]
[1] Kendini büyük görüp kibirlenmek anlamına gelen tasavvufa ait bir ıstılahtır.
[2] Kulluk.
[3] Nahil 16/96.