- 3
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Laiklik, her dönem ve zaman da konuşulan ve tartışılan bir konu olarak tazeliğini korumaktadır. Batı’dan ithal edilen bir kavram olan Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde gündeme geldiği kadar Batı’da gündeme gelmemiştir.
Eğer Laikliği anlamak istiyorsak kendi dönemi ve dönemin şartları içerisinde okuyup anlamlandırmak zorundayız. Aksi takdirde Laiklik, şu an yaşadığımız dönem gibi ayrıştırıcı ve ötekileştirici bir dil kullanmamıza neden olabilir.
Laiklik, Hristiyanlığın Katolik mezhebinin hakim olduğu bölgelerde kullanılan bir kavramdır. Dini hiyerarşi içinde (ruhbanlık) bir makam sahibi olmamayı ve bu hiyerarşinin dışında kalan Hristiyanları temsil eder bir kurumdur. Yani Kilise içerinde Papa’ya kadar uzanan hiyerarşi içerisinde yer almayan bir Hristiyan kiliseye bağlı olmakla beraber aynı zamanda Laiktir.
Batı’da Kilise, devleti, iktidarı, gücü ve parayı elinde bulunduruyor ve siyasete yön veriyordu. Her alanda tek söz sahibi Kilise idi. Bilimin gelişmesiyle beraber Hristiyanlıkta din-bilim çatışması baş gösterdi, kilisenin haksız davranışları ve halkı sömüren sistemine dönüşen uygulamaları insanların uyanmasına ve karşı durmasına sebep oldu.
Batılı aydın ve düşünürler Kilise ve halk arasında ortaya çıkan bu ayrılığı çözüme ulaştırabilmek için İncil’den yola çıkarak uzlaşmacı bir niyetle ‘’Laiklik’’ fikrini ortaya koydular. Artık ‘’Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya’’ verilmek üzere uzlaşı sağladılar.
Kabaca tabir olarak Laiklik, din ile devlet işlerinin ayrılmasıydı. Kilise Hz. İsa’nın maneviyatı ve ruhunu temsil edecek, Devlet ise Hz. İsa’nın bedenini temsil edecekti. Kilise Devleti kutsayacak, Devlet ise kılıcıyla Kilise’yi koruyacaktı.
Devlet hiçbir şekilde herhangi bir dini desteklemeyecek, baskı altına almayacaktır. İnsanların anayasayı ihlal etmedikleri ve toplumsal düzeni bozmadığı sürece inançlarını, ibadetlerini, fikirlerini söyleme ve yaşama hakları mevcuttur.
Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti laik olmasına rağmen yapılan uygulamalar ve söylemler ‘’Laiklikle’’ örtüşmemektedir. Laiklik, 1937 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nde kabul edilmiştir. Bizde ki Laiklik anlayışı ve söylemleri daha çok ‘’din düşmanlığı’’ ve ‘’dine karşı din’’ olarak algılanmış ama ne yazık ki bu tutum sadece İslam söz konusu olduğu zaman meydana gelmiştir.
Laiklik kisvesi altında camiler ahırlara çevrilmiş, laiklik adına ezana müdahale edilerek dili değiştirilmiş, ibadet yapmak yasak hale getirilmiştir. Bunu yaparken de bunları ‘’irticai’’ faaliyet olarak gösterip ‘’Laikliğe’’ aykırı kabul edilerek kendilerince yapılan bu işleri meşrulaştırmak istemişlerdi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de laikliği bilmeyen ve laikliği dillerinden düşürmeyenler, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde bulunmasına rağmen Hala Sultan İlahiyat Kolejine ‘’anayasa ve laikliğe aykırı’’ diyerek saldırmakta ve kapanması için dava açmaktadırlar.
Bu durumu meşrulaştırmak için ‘’Canlı bomba yetiştiriliyor’’ ve devlet içinde devlet yapılmasının olduğunu söyleyerek ‘’siyasi kararların alındığı yer’’ ifadelerini kullanıyorlar.
Laikliği bir silah gibi dine karşı kullananlar hiçbir zaman uzlaşma yolunu seçmediler. Bu tür söylemleriyle toplumu kutuplaştırmaktan başka bir şey yapmadıklarının farkında olmadan, dini inanç ve özgürlüklere karşı saygısızca bir tavır takınıyorlar.
Mesela Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaşayan Hristiyan ve Yahudi azınlık anayasanın kendilerine verdiği hakla kendi dini inanç ve kültürleri bağlamında bir okul açalardı aynı durumu onlar için de sergilenecek miydi?
Biz aynı devletin vatandaşı ve soydaş olmamıza rağmen neden beraber yaşama ahlakının ihya etmek için bir araya gelemiyoruz?
Neden devletimizi ve milletimizi hak ettiği refah seviyesi ulaştırabilmek için bütün farklılıklarımız ve renklerimize rağmen aynı masada oturamıyoruz?
Neden hala bütünleyici, kapsayıcı bir dil kullanmak yerine, ötekileştirici ve nefret söylemi dili kullanmaya devam ediyoruz?
Dışarıda yeni bir dünya düzeni kurulurken biz hala ‘’aynı tas aynı hamam’’ devam ediyoruz. Artık aklı selim bir şekilde ortak noktalarda buluşma zamanımız gelmedi mi?
Belki bugün belki yarın bilemem ama gün gelecek tüm farklılıklarımız ve renklerimizi bir ‘’rahmet’’ görerek aynı ideal uğruna mücadele edeceğiz…