Bir uzmanın yazısı vardı geçenlerde sosyal medyada…
Kaderin karakterindir diyordu. Kişinin kaderini kendi karakterinin belirleyeceğini, ona sunulan hayatı en iyi biçimde değerlendirmesi gerektiğini öğütlüyordu.
Bu yazı beni anlamsız bir biçimde mutlu etti. Öyle ya eğer kaderimiz karakterimiz ise bunu hem başkalarına öğütleyebilir hem de kendimiz için kırbaçlayıcı olarak görebilirdik…
Evet, çabamızın kaderimizde etkili olduğu şüphesiz ama ne oranda?
Bu yazının bana vaat ettiği umut uzun sürmeyip kafa karışıklığım devam etti.
Geçen yayından sonra şehrin dışında birilerinin verdiği emaneti başka birilerine ulaştırmak için yola çıktık. Gittiğimiz yerde bir teyze var.
Teyze için verilen gıda paketini verdik ama teyzeyi durdurmak ne mümkün? Kürt asıllı, Türkçe bilmeyen teyze bize yön vermeye ve kendince adaleti sağlamaya çalışıyor. Yarım yamalak Kürtçemle, Türkçemle teyzeyi gönderiyoruz, teyze yine geliyor asla vazgeçmiyor.
Anladığım kadarıyla baya kalabalık bir aileler, birkaç evli evladı var. Göz göz odalarda kalıyorlar. Mevsimlik narenci işçileri. Burada işleri bitince Türkiye’nin farklı yerlerindeki mevsimlik işlere gidiyorlarmış…
Çocuklarda bu durumdan nasibini alıyor, pek eğitim öğretim göremeden kısa süre de ekibe katılıyorlar.
Bu yıl salgın nedeniyle pek iş olmamış, burada umduklarını bulamamışlar. Kargaşadan onlarla konuşma fırsatı bulamadık, başkalarından öğrendik bu bilgileri.
Teyzenin yetişkin beyaz tenli, utandıkça daha da kızaran kırmızı yanaklı, başı yerde bir kızı var. Geleneksel olarak örttüğünü düşündüğüm başörtüsü başından ha düştü, ha düşecek. Kucağında ise bacakları annesinin beline dolanacağı şekilde oturmuş, çok güzel bir çocuk. Kız olabildiğine mahcup, annesine bizim söylediklerimizi kısık sesle çeviriyor. Geri de duruyor, paket verildiğinde ise başka yöne bakarak paketi alıyor.
Dağıtımın sonuna doğru kafa karışıklığı yaratan teyzeye hafif çıkışmak zorunda kaldık. Çıkışmaz olaydık, o mahcup kızın yine ayakları geri geri gidiyor. Zaten uzakta; sadece annesini kontrol etme amaçlı ortamdan ayrılamıyor.
O konuşamadığım kız çok etkiledi beni. Zaten konuşsam da benimle konuşur muydu? Bilmiyorum. Yaşı küçük, yetişkin olamadan anne olmuş besbelli…
Konuşsak ta ne konuşabilirdik ki onunla. İçine doğduğun yaşamdan ötürü, dağıtımı yapmamıza izin vermeyen annene minik çıkışmamdan ötürü, kaderimizi karakterimizin doğrudan belirlediğini düşünmemden ötürü beni affet yavrum! Der miydim? Diyemezdim.
Ama belki o bana bizim hayatımızın ne kadar anlamsız ve onun hayatına oranla ne kadar tatminsiz olduğunu anlatırdı. O zaman da cevaben pek bir şey diyemezdim, bilakis görece daha iyi şartlara sahip olmamdan ötürü duyduğum suçluluğun giderilmesinden dolayı bahtiyar olurdum… Sahi sunulan yaşamımızdan dolayı hangimiz daha bahtiyardı? Hangimizin daha azdı beklentisi hayattan? Daha az isteyince daha çok mutlu olmuyor muydu zaten insan?