Yazar

Kıbrıs Türkü tuzu tüketti

“Kokuşan şeyler üzerine tuz serperler. Kokuştuktan sonra tuzun ne faydası olur?”

Bizdeki sıkıntı tuzun yokluğu. Kıbrıs Türkü elindeki tuzu tüketti ve kokuşmuşluk arttı.

Nizamülmülk’e Siyasetname’de bunu yazdıran bizim örnekliğimiz değil. Her çağın, bitmeyen hali.

Dünya yorucu bir yer. Rahatlık ne paraya, ne mevkiye,  ne de fani hayatın aldatıcı güvencelerine bağlı.

Dünyayı yaşanır kılan yegane dayanak DİN.

Dünyayı yaşanır kılması, bir karganın ömründen az olan insan ömrünün; dinin emir ve yasaklarıyla disipline edilmesi, her türlü hukuk ve dengeyi kurup koruması, karşılaşılan zorluklara ve lütfedilen nimetlere kalpleri ve zihinleri ikna edici izahatlar getirerek insan ile ilahi kudret arasındaki perdeleri kaldırmasından başka ne olabilir? Tüm bunlarla beraber ahiret ve sonsuz hayat ölçüsüyle yaşama dair “sabır-sebat-şükür ve adalet” motivasyon ve ilkelerini yerleştirebilmesi.

Din hem kurar, hem korur hem de tazeler.

Bir insan kurar. Oluşturur. Tıpkı Kuran’da olduğu gibi “kendinden önceki kitapları da tasdik ederek” Hz. Adem’den bugüne dek tek bir halkasını koparmadan, ilk insandan bugün doğana kadar, topyekün koca bir ahlakı ve birikimi aktarır, sunar.

İnsanı insandan korur. Doğayı insandan korur. Hayvanı, bitkiyi, canlı cansız her yaratılmışı insandan korur. Çünkü dünyada birbirine zulmedecek ağaçlar yoktur. Birbirinin hakkına tecavüz edecek dağlar, tepeler yoktur. Birbirinin kuyusunu kazan, çekiştiren, alaya alan, ardından iş çeviren, yalan söyleyen, kibirlenen hayvanlar yoktur. Dünyada bir zulüm varsa bu ancak insan eliyledir. O sebeple din, insana karşı insanı ve tüm yaratılmışları korur.

Yaradılış itibariyle iyiliğe, hakkaniyete, adalete, güzelliğe meyilli olup; nankörlük eden, zulmeden, zayıf düşen, ümitsizliğe kapılan insanı tazeler. Sınırlar çizer. Geniş bir halka. “İç huzurun ancak bu daire dahilinde yakalanabileceğinin” ispatını kendi elimizle tecrübe ettiğimiz bir ömür için tazeler bizi, durmadan. Kapıyı kapatmadan. Başka bir müracaat mercii olmadığını herkes biliyordur, tecrübe etmiştir.

Kurulum doğumla başlar. Her insan bu karakterle doğar. Tertemiz, günahsız. Meleklerle aynı mertebededir her bebek. O yüzden bebeğini, küçük evladını ahirete yolcu eden Müslüman her anne baba, o meleğin kendilerine ahirette bir şefaatci, kurtarıcı, aracı olacağı ümidiyle yaşayıp dua eder.

Bu ümidi, Peygamberleri eliyle bildiren İlahi kudrettir. Fantastik bir romandan alıntı değildir.

Doğum, bebeklik, çocukluk, ilk gençlik ve ergenlik. Kurulum devam eder. Dinin, canlı cansız herşeyin, bilinen bilinmeyen tüm varlığın yaratıcısı olan Allah, mükemmel temizlikte indirir insanı yeryüzüne ve emanetçilerine teslim eder.

Bir yaşa kadar da, çevre şartları, öğütleyicileri, terbiye ediicileri o masumu nereye yönlendirirse yönlendirsin belli ölçüde masumiyetini ve temizliğini muhafaza eder.

İnsan, “kuran-koruyan ve tazeleyen” yegane disiplinin din olduğunu, yani “Hak din olan İslam” olduğunu kabul, idrak ve elinden geldiğince tatbik eden bir topluluğun içindeyse kurulumun ilk aşaması neticelenir.

Temel atılmış, ergenlikle beraber kişi esas imtihanına geçiş yapmıştır.

Öncesinde “koruma ve tazemele” yokken, bundan sonrası kişi için artık mezara girene kadar devam edecek olan bir “kurulum- koruma ve tazelenme” süreci başlar. Kişi bunda sabır ve sebat eder, gelene ve gidene şükrederse etrafına da bunu öğütler. Bir başkası bundan hisse alır ve bir başkasına öğütler. Böylece içine düşüldüğünde çürünmeyen bir topluluk meydana gelir.

İşte Kıbrıs Türkü tuzunu bu yüzden tüketmiştir, kaybetmiştir.

Kuran, koruyan ve tazeleyen bir DİN kalmadı bu topraklarda.

Sabır, sebat ve şükürden bahseden yoktur. “Şükür olsun” yalnızca gündelik muhabbetin köksüz-pratiksiz bir parçasıdır.

Babada din yoktur, annede din yoktur, sokakta, caddelerde, şehirlerde din yoktur.

Çarşıda, pazarda, cübbelerib altında, kürsülerde, mezarlıklarda defin sırasında, morglarda, yoğun bakım ünitelerinde, otobüs terminallerinde, Ercan’daki vedalarda din yoktur.

Otellerde, gece kulüplerinde, bet salonlarında, kumarhanelerde, döviz bürolarında, bankalarda, finans merkezlerinde din yoktur.

Mahkemelerde, avukatlık bürolarında, devlet dairelerinde, mecliste, sarayda din yoktur.

Okullarda, sınıflarda, market ve kasaplarda din yoktur.

Şimdi, süslü ve gösterişli camiilerde de din kalmadı diyeceğim ama bunu kendime bile nasıl izah edebileceğim?

Şunu da söyleyim: Ne kimseyi suçluyor, yargılıyor ne de ayıplıyorum. Ne de elimde tuz var diyorum.

Ben de bu kokuşmuşluğun ürünü, maalesef etki alanında banisi ve de mağduruyum.

Hülasa, gündelik bir selamlaşmadan öteye gidemeyen “şükür olsundan” daha fazla yoktur din bizim hayatımızda artık. Tüm çıkmazlarımızın sebebi budur. Tüm ümitsizliğimizin, huzursuzluğumuzun sebebi budur.

Olsun, dedik ya “varılacak başka bir müracaat mercii olmadığını herkes biliyordur, tecrübe etmiştir.”

Tecrübe ediyoruz ve ikna oluyoruz. Ha bunu düşünüldüğü gibi birileri hesaplayarak yapmıyor. Kendi elimizle kendi hayatımızdan çıkardığımız ilahi sınırların yokluğunda, yine kendi elimizle ürettiğimiz sınır ve ölçülerin bizi nasıl çıkmazlara ittiğini anlaya anlaya ikna oluyoruz.

Dönüşümüz ancak O’nadır. Başka menzil yoktur.

Başladığımızla bitirelim, yine aynı Nizamülmülk derki: “Aziz dostum, ümit ümitsizliğin akabinde gelir.”

Vesselam.

Exit mobile version