- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Ahlaki yozlaşma ve çareleri üzerine…
“Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler
Ruhi
Yevme lâ yenfau’da kalb-i selîm isterler”
(Ey hoca! Sanma ki senden altın ve gümüş isterler. O hiçbir şeyden fayda olmayan günde senden sadece samimi (dosdoğru) bir kalp isterler.)
Gündem hızla değişiyor. Coronavirus de tüm dünya gündemini ve elbette bizlerin gündemini de fazlasıyla meşgul etmeye devam ediyor. Etmeli de; lakin kaçırılmış gündemleri hatırlamak/hatırlatmak gerekiyor… Refika öğretmenin samimiyeti bağlamındaki yazımızın sebeplerini teşkil eden olaylar zinciri de bunlardan biriydi. Şöyle ki:
Divan Edebiyatı şairlerinden Bağdatlı Ruhi’ye ait yukarıdaki beyitte Şuara suresinin 88-89. ayetlerine telmihle Şair. ‘O gün (kıyamette) mal da fayda vermez, evlatlar da/ Ancak sağlam/samimi bir kalp ile Allah’ın huzuruna gelenler müstesna’ diyerek ahirete samimi (temiz) bir kalp ile gitmek gerektiğini vurguluyor…
Daha önceki yazımızda değinmeye çalıştığımız, örnek mücadelesiyle gıpta ile baktığımız Kıbrıs Türkü, Öğretmen Refika Hanım’ın aziz mücadele ruhunda bulduğumuz samimiyetin hayatlarımızda vücut bulması ahlaki değerlerimizi güçlendirmemizle mümkün… Hayatın tüm alanlarında ve özellikle eğitimsel süreçte devlet ve millet olarak ahlaki konumlanmayı doğru anlayabilmek de bu anlamda önemli.
Ahlakın doğru tanımlanmaması, hayatın samimiyetle yaşanmaması sonucunu doğuracak ve bu da bireysel ve toplumsal anlamda yozlaşmayı tetikleyecek bir unsur olduğu da ancak ‘bilenler’in malumu…
Bu bağlamda devletin yasalar eliyle yapması gerekenler olduğu gibi kişinin referans değerleri bağlamında ahlaki bütünlüğü içinde yapması gerekenlerin de olduğu muhakkak…
‘Behey Yunus sana söyleme derler / Ya ben öleyim mi söylemeyince’ dizesinde Yunus; “Desem Öldürürler, Demesem Öldüm” sözünde İsmet Özel’in vurguladığı gibi bu konuda diyeceklerimiz/söyleyeceklerimiz var elbette; dinleyen ve muhatap alan olursa tabi…
Öncelikle devletin/hükümetin/erkin/gücün yapması gerekenleri samimiyetle yapması bu bağlamda değerlendirilmeli…
Öğrencisine cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle görevinden uzaklaştırılan öğretmenlere ilişkin basına yansıyan haberler toplumsal vicdanda derin sarsıntıya sebep olduğu izahtan varestedir. Bireysel ve toplumsal ahlak anlayışımızı tekrar gözden geçirmemiz gerektiğini bizlere hatırlatan bu tip olayların hukuki düzlemde yaptırımları elbette olmalıdır. Doğumundan 18 yaşına kadar gelişimlerinin tüm evrelerinde çocukların bakımı, zarardan korunması, çıkarlarının savunulması ve birer yetişkin olarak yetiştirilmeleri konusunda çaba gösterilmesi devletimizin yasal ve ahlaki sorumluluğu olduğu bilinmektedir.
Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmeleri uyarınca devletin öncelikli görevinin; çocukların cinsel istismara ve şiddete maruz kaldığı şartları ortadan kaldırmak, koruyucu ve önleyici hizmetleri kurumsallaştırmak olduğu açık bir gerçektir. Bununla birlikte pek çok uluslararası belgenin; devletin ilgili kurumlarını; hukuk, sağlık ve eğitimden sorumlu meslek gruplarını; ebeveynleri ve çocukların içinde yer aldığı toplumunun tüm kesimlerini çocuklara karşı yükümlü kılmakta olduğunu da biliyoruz.
KKTC Anayasasının 59. Maddesi 4. Fıkrasında ifade edilen devletin ödevleri arasında; ‘ulusal kültür ve manevi değerlerle bezenmiş bir muhteva, çağın ve teknolojinin gelişmesine, kişinin ve toplumun istek ve gereksinimlerine yanıt vererek planlı bir şekilde yerine getirir.’ amir hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla hukuki bağlamda; cinsel istismarın hiçbir gerekçe ile cezasız kalmaması; mevcut yasalar ve uluslararası sözleşmelerin işletilmesi; istismar suçunda gerekli önlemleri almayanlar, istismarı gizleyenler, istismara zemin açanlar, istismarcıyı koruyanlar ile ilgili adaletin sağlanması noktasında devam eden soruşturmanın titizlikle ve ivedilikle sonuçlandırılması elbette gerekmektedir ve bu toplum bunu ivedilikle beklemektedir.
Devlet dediğimiz olgu ruh köklerimizde ve zihinlerimizde medeniyet değerlerini kendine rehber edinmiş, ölçüsü hak ve adalet olan, kimin yaptığına bakmadan her türlü ahlaksızlığa karşı durmayı ilke edinen ve suç işleyen ahlaksızların kurumlardan arındırılmasının mutlak olduğu bir yapıyı ifade eder ve yapı yozlaşmışsa kurulmalı ve güçlendirilmelidir. Peki bu nasıl mümkün olacaktır?
Yukarıda ifade ettiğimiz devlet yapısı içinde yer alan kurumların, kurulların samimiyetle yapması gereken cezai müeyyidelerdir. Bu süreçte hukuki temellere ne kadar riayet edildiği/edileceği bilinmemekle beraber madalyonun diğer yüzünde yer alan manevi gerçeklikler vardır ki hepsinden daha önemli bir hakikattir.
Kıbrıs Türkü’nün yazılı değil yazısız anayasasında var olduğunu bildiğimiz milli ve manevi değerlerini koruyucu ve savunucu duruşunun bu son olay bağlamında yozlaşma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu; sağduyu sahibi herkesin vicdanlarında tuttuğu bir gerçektir. Bu bağlamda görünen çözümlerin başında eğitim sistemimiz içerisinde radikal değişikliklerin yapılmasıdır. İlköğretimden liseye kadar ki evrede çocuklarımıza manevi değerlerinin kazandırılması ve bu değerlerin güçlendirilmesi hususunun büyük önem arz ettiğini bu meyanda söylemeye bile gerek yoktur.
1960’lara kadar ki dönemde okullarımızda Ahlak ve Görgü Kültürü adı altında derslerin okutulduğunu biliyoruz. Peki günümüz eğitim müfredatında ahlak anlamında hangi dersler ne kadar okutulmaktadır? Dostlar alışverişte görsün hesabı yapılmaya çalışılan, yapılamayan, idare edilen, hor görülen, gereksiz bir uğraş diye bakılan derslerin toplumun çürümesinde etkili olup olmadığı gündemimize neden girmemektedir?
Anayasal bir zorunluluk olan ilkokul 4. Ve 5. Sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin işlevselliği için KKTC vatandaşı branş öğretmenlerinin istihdamının sağlanmasını konuşmalıyız. Ortaokullarda Din kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin mevcut ders saatinin artırılması üzerinde durmalıyız. Liselerimizde seçmeli olarak yer alan ve hiç seçilmeyen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin zorunlu olarak eğitim ve öğretime kazandırılmasının gerekliliği üzerinde kafa yormalıyız.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız maddi ve manevi reçetelerin tamamının yapıldığını farz etsek bile elbette biliyoruz ki eksik bir şeyler her zaman var olacaktır. En önemli eksiğin ise yazımızın ana temasını oluşturan dersleri verenlerin de samimi bir mücadele ruhuna sahip olmasıdır.
Yaşadığımız sorunların sebebi olarak; hiç düşünmediğimiz, düşünmek istemediğimiz millî, ahlâkî, manevî değerleriyle daha barışık ve bütünleşmiş bir toplum özlemimiz; ancak yitirmeye yüz tutan değerlerimizin başındaki samimiyet ve Ahlak kavramlarının tanımı ve referanslarının iyi anlaşılmasıyla mümkündür.