- 6
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
En iyi yatırım insana yapılan yatırımdır, değil mi?
Bir işletme için, bir marka ve şirket için en iyi reklam da üründen veya hizmetten memnun kalan müşterisidir.
Bir devlet ve ülke için en iyi yatırım ve reklam nedir peki?
Şüphesiz, misafirleridir. Turistler, misafir öğrenciler, yabancı yatırımcılar..
KKTC’de öğrenim görmekte olan uluslararası öğrencilerin sayısı 35.000’den fazladır. Ortadoğu’dan Asya’ya, Afrika’dan Avrupa’ya uzanan bir yelpazede misafirlerini barındırıyor senelerdir Kuzey Kıbrıs. Bugüne dek öğrenim görüp mezun olan ve dünyanın çok çeşitli yerlerinde çok farklı görevler, pozisyonlar yüklenmiş yüzbinlerce insan.
Çok ciddi bir potansiyeli şu an ülkede barındırdığımız, misafir ettiğimiz gibi; daha önemli ölçüde bir kıymeti ise ilim ve bilim dünyasına kazandırmış, hediye etmiş vaziyetteyiz.
Uzatmayacağım, vazgeçtim.
Sadede geliyorum.
35.000 uluslararası öğrencinin içerisinde, ders programına göre ayarlayıp, yarı zamanlı bir işte çalışarak okuluna devam eden binlerce uluslararası öğrenci var.
Restaurant, araba yıkama yerleri, marketler, sanayii, temizlik şirketleri, copy center ve daha çok çeşitli işletmelerde rastlamışsınızdır o garibanlığı ve çilesi yüzüne vurmuş çocuklara.
Yarım yamalak Türkçeleri ile (ki bu yarım yamalaklığın tek müsebbibi üniversitelerdir) günlük rızkını kazanma derdindedirler. Ülkeleri, batılı devletler tarafından işgal edilmiş, yağmalanmış; darbe, iç savaş ve kaos girdabında göçe zorlanmış, belki de mülteci ailelerin başarılı çocukları.
KKTC’deki üniversite yüzde yüz burs ve yurt imkanı sağladığı için bir cesaretle gelmiş ama yiyecek ekmeğini içecek suyunu kazanmak zorunda. Çalışıyor ve dört senenin sonunda 3.5 ortalama ile en baba mühendislik fakültelerinden mezun oluyor.
Ölüler sanıyor ki diriler hergün helva yiyor. Uluslararası öğrencilere karşı algı da böyle. Üç beş Escobar tipli kuryeyi lüks ve şatafat içinde görüp 35.000 çocuğun imkan ve standartları hakkında yargıda bulunmak, niyet temiz ise acelecilik, niyet kötü ise aptallıktır. Gördük işte. İçinde bulunduğumuz durum herşeyi ayan beyan döktü ortaya. Daha net olayım. Pakistan, Bangladeş, birçok Afrikalı, Suriye, Mısır kökenli öğrencilerin çok büyük kısmı şu an resmen açlıkla mücadele ediyor. Net sayı veremem. Kimse de veremez. Sadece şu kadarını söyleyim, şu an başkanlığını yaptığım Kıbrıs Uluslararası Öğrenci Derneği’ne, telefon, whatsapp ve facebook üzerinden gelen erzak ve temizlik malzemesi yardım talepleri 2000’e ulaşmıştır. Bu 2000 de, ihtiyaçlı durumundan emin olduğumuz sayıdır. Belli elemeler sonucunda elde edilen nihai rakamdır.
İşin içindeyim. 2014’den bu yana uluslararası öğrencilerle birlikteyim. Bu söylediklerim de duyduklarım, okuduklarım değil bizzat yaşadığım, müşahade ettiğim meselelerdir.
Geçtiğimiz 15-20 günlük süreçte, Kıbrıs Vakıflar İdaresi’nin ve yerli halkın yardımlarıyla tedarik ettiğimiz erzakları 350’den fazla öğrenci evine ulaştırdık. Öyle manzaralar var ki.. İki gündür yoğurt ve ekmekle öğünlerini geçiren kızlar, yumurta ve ekmekten başka yiyecek birşeyi olmayan çocuklar, suyu bitip musluktan içenler, sabunu olmadığı için şampuanı sulandırıp ellerini yıkayanlar..
Diyor ki bazıları, “bu salgın meselesi çıkmasa idi nasıl yaşayacaklardı?”. Çalışıyorlardı kardeşim. Sen, ben İngiltere’de, Avusturya’da, Amerika’da okurken nasıl hamburgercide, fish and chipste, bilmem ne atölyesinde çalışıp okumuşsak; bu çocuklar da çalışıp okuyan çocuklardı. Yada, ailesi ülkesinde kıt kanaat geçinip arttırdığını çocuğuna harçlık gönderenlerdi ama babalar da evde. Hayat sadece Lefkoşa’da, Girne’de durmadı.
Fakat bu çocukların yaşadıkları bu zorlukların da esas sorumlusu benim, biziz. Anlatamadık Kıbrıs Türkü’ne. Misafirlerimizi, bize emanet edilenleri tanıtamadık, tanıştıramadık. Yoksa, benimseyip bağrına bassa idi Kıbrıs Türkü, hiç yalnız bırakır mıydı bu gençleri.. Bizim hatamız.
Fakat bu hatayı paylaşacağım. Devletle paylaşacağım.
Dilimin ayarını açıyorum herkes okusun ve anlasın.
KKTC’de uluslararası öğrencilerle alakalı çalışma yapan iki merkez var. Biri, iki yıldır benim başkanlığını yaptığım CISA (Kıbrıs Uluslararası Öğrenci Derneği). Diğeri ise ismi lazım olmayan başka bir topluluk. Bizim temel gayemiz şudur. Ev sahibi – misafir anlayışını kurumsallaştırmak. Her yıl yenilenen ekipler ve gençler ile bu döngü içerisinde hem misafirlerin sevinçlerine, kederlerine ortak olmak; DOST olmak, hem de dünyadan izole yaşayan KKTC’ye gönüllü elçiler yetiştirmek, kültürümüzü, dilimizi, tarihimizi ve ortak medeniyetimizi çoğunluğu Müslüman olan bu gençlere aktarmak. Kaldı ki, dernek gönüllülerimiz içerisinde çok sayıda gayri müslim çocuk da var, birtane gösterilemez rahatsızlık duyan, kendini yabancı hisseden. Biz Müslümanlarla kardeş, tüm insanlıkla da arkadaşız.
İsmi lazım olmayan diğer yapıya gelelim. Beni yakından tanıyanlar bilir. Rahat ve gailesiz bir adamımdır. Kıskanma huyum yoktur. Hatta tembelliğimden ve vurdumduymazlığımdan hep dem vurur arkadaşlarım. Bu yapı, arkasında bir İngiliz rahibin olduğu Hrıstiyan misyonerlerin kurdurduğu, (güya) uluslararası öğrencilerin hak ve hukukunu gözeten bir merkezdir. Başındaki kişi Kamerunlu bir Hrıstiyandır. Hatta bu arkadaş KKTC vatandaşı yapılmış, sanırım geçen hükümet döneminde. TDP, CTP ve türevleri ile arasından su sızmaz. Avrupa Birliği destekli, barlarda toplantılar gerçekleştiren çok konuşan ama hiçbir öğrenciye faydasının dokunduğu görülmeyen garip bir tip. Bu topluluğun gönüllülerinin yerli-yabancı ortak bir özelliği vardır: Türkiye ve İslam aleyhtarlığı. Sosyal medya hesaplarına bir göz atın..
Söyleyecek çok şey var da, durup gün gün tarihçesini anlatacak değilim. Bugüne gelelim.
Lefkoşa Türk Belediyesi, uluslararası öğrencilere yardım noktasında bir koordinasyon ekibi ve whatsapp grubu kuracağını açıklıyor. Ulaşıyoruz. Yardımcı olabileceğimizi, toplanılacak erzakların o havuzda biriktirilip, araç ve insan desteğiyle ortak hareket edilebileceğini; sosyal medyada 7000, direk irtibatla 5000 şeklinde ada genelinde geniş bir networkümüz olduğunu iletiyoruz. Muhatabım olan hanımefendi, başka bir grupla çalışacaklarını söylüyor ve kibarca siz yoksunuz diyor. Sonradan farkediyorum ki, LTB’nin uluslararası öğrencilere adil ve faydalı (!) şekilde dağıtılmak üzere devletten ve halktan tedarik ettiği yardımların dağıtımı ve koordinesiyle alakalı görevlendirdiği bu hanımefendi, bahsettiğim misyoner grubun gönüllüsüymüş. Sosyal medya hesabı tümüyle bu grubun propaganda ve paylaşımlarıyla dolu.
Ne diyeceksin, kime ne anlatacaksın..
Döndüm Milli Eğitim Bakanlığı’na. MEB’in, Kıbrıs Vakıflar İdaresi’nden tedarik ettiği ve uluslararası öğrencilere dağıtılmak üzere hazırladığı 400 paket erzak da yine aynı misyoner gruba emanet edilmiş, dağıtım ve irtibatlar onların insiyatifine terk edilmiş.
İşte bu bir KKTC gerçeğidir. Hadi LTB’yi ve onu yöneten kadroları anlarım. İşi bu noktada anlamak mümkün değil de, burası KKTC; ideolojiler burada tanrı, renkler de fıtrat olmuş vaziyette. Ya MEB’i elinde tutan UBP? Anavatan yaygaralarıyla 40 senedir ülkeyi yöneten yerli Süleyman Demireller hiç mi umursamıyor, devletin imkanlarını devlet ve millet düşmanlarının eline terkedilmesini.
Mesele üç beş paket pirinç bulgur değil baylar. Mesele “ben” yapacağım meselesi de değil.
Mesele bildiğin “milli güvenlik meselesidir”. Bugün içimize yerleştirilen ve normalleştirilen, emperyalistlerin fonlarıyla kökleştirilmeye çalışılan sivil toplum örgütleri ve ajanlarıdır.
Görünen yerde bunları yapanlar, görünmeyen yerlerde neler yapıyordur..
Mesele, suratımızdaki bir tutam sakaldan, dilimizdeki Hak kelamdan, kökenimizden ve tavrımızdan, ismimizden, durduğumuz noktadan ve ideallerimizden dolayı ötekileştirilen, dışlanan bizleriz. Çakallara kurban edilmeye çalışılan kurtlardır mesele.
Biz de herkes kadar eksiğiz, herkes kadar hatalıyız. Dert buysa..
Filmin sonuna gelelim.
Çok öfkeli ve üzgünüm, kendi adıma değil bu ülke adına üzgünüm. Öfkemi yutup yazıyorum.
Devlet tüm imkanlarını bu İngiliz rahiplerin güdümündeki hrıstiyan misyoner gruna teslim etti ya, Ersin Tatar’ın 3-4 gün önce Afrikalı öğrenciler hakkında sarfettiği sözlerin ardından öyle bir linç kampanyası başlattılar ki. Kime ama? Ersin Tatar’ın şahsına mı? Hayır: KKTC’ye.
İşi o kadar ileri götürüp çirkinleştirdiler ki, Kıbrıs Türkü’nün ne dilenciliği kaldı, ne hırsızlığı, ne Türkiye’nin işgalciliği kaldı ne de barbarlığımız. Neler neler yazıldı, çizildi sosyal medyada. Halen daha devam ediyorlar. Bugünkü kurbanları da Turgay Deniz..
Yerelde destekçileri kim? Daha ne diyeyim açın sosyal medyayı bir bakın.
Günün sonunda devleti, başbakanı ve ülkeyi uluslararası öğrenciler nezdinde korumak yine bize kaldı. Birebirde konuştuk, sosyal medyada bildiri yayınladık, meselenin ne olduğunu anlattık.
Bundan da gocunmadık.
Biz bir ideale inanıyoruz. Dünyanın dört bir yanından adamıza gelmiş gençlerle oturup kalkarken de motivasyonumuz bu idealimizdir. Devlete rağmen devletin yanında dururken de motivasyonumuz aynıdır.
Fakat, bugün celladıyla düşüp kalkanlar, hainlere, gizli ajanda sahiplerine gönlünü kaptıranlar bilsinler; kaale alınmasak da, sermaye gücümüzle sesimizi yükseltemesek de, dayılarımız amcalarımız olmasa da, harici hareketlerin kuvvetleriyle ayak bastığımız topraklarda baronluğa soyunmuş olmasak da ne bu devleti ne de bu ülkeyi onlara murdar ettirmeyeceğiz.
Bugün uluslararası öğrencilerle, yarın başka yerde.
Bizim güttüğümüz davada devlet kör ve sağır değildir. Görür de, duyar da.
Bize düşen sabırdır, sabredeceğiz.
2 yorum
Dün olduğu gibi,bu gün de misyoner seviciliği devam etmekte. Burada ki sorun kıbrıs insanının bu benzeri etkinliklerin temel felsefesini bilmemelerin den kaynaklı dır. Kenya nın kurucusu kenyatta ‘nın da dediği gibi onlar geldiginde bizim elimizde topraklar ,onların elinde incil vardı, şimdi bizim elimizde incil,onların elinde topraklar diye ifade etmiştir. Misyonerlerin farklı etkinlik alanları var birincisi hıristiyanlığı yayamak,ikinci etkiliği hiç bir şekilde hıristiyanlığı gündeme getirmeden evrensellik üzerinden konulara girirerler,emperyalist evrensellik de bir hırıstiyan kültü dür. Bu düşünceler ‘den haberi olmayan ve donanımı olmayan insanları, kısaca aidiyeti konususun da yeterli hassasiyeti olmayanları çok rahat kullanırlar.!! Buradan yola çıkarsak kuzey kıbrıs yılların ihmali sonucu bu zemin yeterince vardır. Yine de ümitsiz olmamak gerekir iyi bir çalışma olursa, bu ve benzeri sorunlar minimize olur.
Çağatay bey öncelikli olarak size teşekkür ediyorum ve bu uyarıcı ve bilgilendirici yazınız içinde teşekkür ediyorum. Milli ve yerli insanların duyarlılık göstermesi ve yanlışa bir an önce durdurulması gerekiyor! Yanlış devam ederse ileride bizi çok zor günler bekliyor.