Yazar

Naz makamı

Rivayet odur ki Hz. Peygamber bir gün dostlarına geçmiş kavimlerden üç arkadaşın başından geçen ilginç bir hadiseyi nakleder. Kıssaya göre üç arkadaş, çıktıkları bir yolculuk esnasında sağanak bir yağmura maruz kalırlar ve sığınak olarak bir mağarayı seçerler. Ne var ki girdikleri bu mağaranın kapısı, düşen bir kaya parçası nedeniyle kapanır ve içerde mahsur kalırlar. Çaresizliklerini anladıklarında ortaya şöyle bir fikir çıkar; sırayla sırf Allah rızası için yaptıkları işleri anlatacaklar ve ardından O, çaresizlerin, kimsesizlerin, mazlumların hâmisi olan rablerine kendilerini bu durumdan kurtarması için niyazda bulunacaklardır.

Özetle birinci arkadaş; kendisinin sürüleri olduğunu, bu sürüyü meraya çıkardığını ve akşam eve döndüğünde getirdiği sütü ihtiyar ana babasına içirmeden evlatlarına vermediğini, fakat bir seferinde işinin aksaması ve bu sebeple eve geliş vaktinin gecikmesinden dolayı anne babasın uyur halde bulduğunu söyler. Ne var ki onları uyandırmaya kıyamaz ve başlarında uyanmalarını bekler. Fakat mutadını da bozamaz ve çocuklarına da sütü vermez. Neticede bu hal üzere sabahladıklarını söyler. Sonunda da sırf Allah rızası için yaptığı bu fiilin şayet ind-i ilâhîde makbul bir davranış olarak kabul edilmişse, kayanın açılıp içinde bulundukları durumdan kurtulmaları için Allah’a niyazda bulunur ve bunun üzerine kaya bir miktar açılır.

İkinci arkadaş, vaktiyle amcasının kızına âşık olduğunu, onunla olmayı arzuladığını ancak kızın mehir olarak yüz altın vermeksizin bunun olmayacağını söylediğini ifade eder. Çalışıp mehri biriktirdikten sonra yanına gittiğini ve altınları verince ayaklarının önüne oturduğunu, kızın da (zihninden geçen farklı niyeti anlamış olacak ki) kendisini “Allah’tan kork ve bu mührü nâ-hak yere (nikâhsız bir şekilde) açma!” diyerek uyarması üzerine aklından geçenlerden sırf Allah rızası için imtina ederek bu işten vaz geçtiğini söyler ve peşi sıra bu davranış O’nun rızasını celbetmişse içinde bulundukları halden kurtulmaları için dua eder. Nitekim bu dua ile bir nebze daha aralanır kaya.

Üçüncü ve son arkadaş ise; bir vakitler yanında bir ölçek mısır karşılığında çalışan bir işçisinin ücretini almadan gitmesi üzerine, hak ettiği mısırı mevsimi gelince ektiğini, ardından mahsulünden aldığı parayla bir hayvan alıp peşi sıra bir de çoban tuttuğunu söyler. Bu mal öyle bereketlenir ki bir hayvandan bir sürü meydana gelir. Bir müddet sonra da işçi gelerek vaktiyle almadığı ücretini ister. Bunun üzerine de sürüyü ve çobanı kendisine gösterip tüm bunların kendisinin olduğunu söyleyen mal sahibi karşısında işçi şaşkınlığını gizleyemez ve mallarını alıp oradan uzaklaşır. Bu son arkadaş da bu eylemini sırf Allah’ın rızasını kazanmak uğruna yaptığını ifade eder ve bu amel hürmetine Allah’ın kendilerini bu durumdan kurtarmasını murâd eder. Nitekim sonunda kaya tümden aralanır ve üç arkadaş mağaradan kurtulurlar. (Buhari, Buyû‘, 98.)

Bilenlerimiz vardır; eskiler naz makamı diye bir tabir kullanırlar. Bu makam tasavvufta sevenin, sevdiği tarafından sevildiğini bilmesi demektir. Engindir, erişilmesi zordur. Ama sonunda Hak Teâlâ’nın nazlı kullarından birisi olup çıkıverir insan.  Burada kul, umarsızca ve çıkarsızca ve tabi ki yalnızca rabbini niyaz eder. Hal böyleyken gönül dünyasında kendimizi bulduğumuz pek çok nazlı kuldan birisi olan Yunus da “Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni. Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni” dizeleriyle bu ahvâli anlatmıştır.

Bu makamın, Hz. Peygamber’in hadislerinde yerini bulan bir başka ifadesi de şöyledir; “Nice saçı başı dağınık toza toprağa bulanmış paçavra gibi elbiseliler vardır ki: kendileriyle ilgilenilmez. Fakat bu tip kimseler Allah’a yemin etseler Allah onları yeminlerinde yalancı çıkarmaz. Berâ b. Mâlik’te onlardandır.” Ne mutlu Hz. Berâ’ya dediğinizi duyar gibiyim! (Tirmizi, Menâkıb, 55.) Bu nedenle eskiler dış görünüşün insanı aldatabileceğini anlatmak için derler ki; Harâbât ehline hor bakma Şâkir, defineye malik viraneler var!

İşte Hz. Peygamber’in anlattığı hadisedeki dostların hali de, bu makamın eşiğini andırır vaziyettedir. Zira bu üç arkadaş da sırf rızâ-yı bârîye matuf yaptıkları davranışlarla Allah’tan yardım dilemiş ve nitekim inâyet-i ilâhîye mazhar olmuşlardır.

Doğusuyla batısıyla küreselleşen dünyada gün be gün yalnızlaşırken savaşları, kıtlıkları ve daha nice insanlık suçunu uzaktan sessizce izleyen modern çağın “insanının” toplumsal dayanışmalarla üstesinden gelmeye çalıştığı bir virüsün, bugün bizlere unuttuğumuz değerleri hatırlattığı aşikârdır. Kim bilir belki bizler de dünya kaygılarımızı biraz olsun kenara koyup Rabbimize kurbiyet için çalışabilirsek, naz makamında yapılacak bir dua ile felaha erebiliriz! Ne dersiniz, var mısınız?

Allah encamımızı hayr eylesin…

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başka Yazı Yok