Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Necip Fazıl KISAKÜREK
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Çağlar öncesinde Yunus Emre’nin dilinden dökülen aşağıdaki muhteşem dizeler modern zamanları yaşayan bizlere sözün önemi ve değeri bağlamında ne güzel öğütler veriyor.
“Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir
söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz”
Her şey bir ‘söz’ ile yani kutlu bir tohumla başladı. Tohum fidana, fidan ağaca, ağaç meyveye durdu. Ada’daki (Kıbrıs) ilk ve tek İlahiyat Koleji konumunda olan Hala Sultan İlahiyat Koleji, kısa bir sürede Kıbrıs Türk Toplumunun büyük ilgi, destek ve teveccühü ile KKTC’nin yükselen değeri haline geldi.
Bu noktada gerek çevresel etkilenmelere; gerekse çeşitli zorluklara aldırmayarak mesafeleri umursamayıp adanın en uç bölgeleri Dipkarpaz ve Lefke’den Hala Sultan İlahiyat Koleji’ne gelerek şuurlu bir tavır ortaya koyan halkımızın iradesi takdire şayandır.
Maalesef belirtmek gerekir ki ‘Meyve veren ağaç taşlanır’ atasözümüzde vurgulandığı gibi atılan tohumların meyveye durmasından rahatsız olan çevreler kuruluşundan günümüze kadar Hala Sultan İlahiyat Koleji ile sürekli uğraştılar ve halen de uğraşıyorlar.
Geçmiş dönemlerde toplum nazarında hiçbir karşılığı bulunmayan bu saldırıların, hakaretlerin son aşaması olarak geçmişte Hala Sultan İlahiyat Koleji’nin kapatılması için, hukuki değil siyasal olduğu açık olan hiçbir haklı ve somut gerekçeye dayandırılmadan, iftira niteliğindeki iddialarla bir kapatma davası açılmıştı. Bu girişimden sonuç alamayan malum çevreler şimdi de dini müfredatın değiştirilmesi için davalarını sürdürmekte… Maksat tabii ki belli: Tabir yerindeyse içi boşaltılarak kuşa çevrilebilmiş bir okul haline getirmek.
Geçmiş dönemlerin örneklerinde de görüleceği gibi toplumun nabzını tutamayan, ihtiyaç ve taleplerini göremeyen veya görmek istemeyen oluşumların bu tür karalama kampanyaları her zaman oldu. Muhtemelen de bu çevrelerin ve zihniyetlerin ağızlarına sakız ettikleri lakin hayatlarında asla gösteremedikleri ve samimiyetsizliklerinin ifşası olan demokratik olgunluk ve hoşgörü kültürü, belli bir olgunluğa gelene kadar da olmaya devam edecektir. Yine geçmiş tecrübelerle sabittir ki süreci ve sonucu yenilgi gibi görünen nice mücadeleler sabır ve azimli bir mücadeleyle kazanıldı.
“Galiptir, bu yolda mağlup!” sözünde de vurgulandığı gibi kısa vadede kaybedilmiş veya kaybediliyor gibi düşünülen mücadelelerin/davaların uzun vadede nasıl kazanıldığı görülecektir. Kutlu doğumlar her zaman sancılı olur; sancılı olacaktır. Meyvenin değeri de tadı da lezzeti de çekilen sancılardadır. Ancak bilinmelidir ki kuvvetli bir sabrın neticesinde bu sancıların bakiyesi, duyarlı mücadele ruhu ve kazanılmış zaferlerdir.
“Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır.” (Bakara/216) ayetinde vurgulanan mesajdan da anlaşılacağı gibi şer gibi görünen bu süreçte hayır ortaya çıkmış, bu bağlamda toplum duyarlılığı en üst düzeye evrilmiş, öğrenci velileri ve çeşitli sivil toplum örgütleri okuluna sahip çıkarak toplumsal bir bilinç oluşturmuş, duyarlı milletimiz gerek kitlesel toplantılarla; gerekse de bireysel tavırlarıyla İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez” dizelerinde ifade ettiği yürekli bir duruşu ortaya koymuştur.
Çünkü “Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!” tür. Büyük olan bir dava için çoğalmalı, güçlenmeli, yıkılmadan devam edilmelidir.
“Kökü derinde olan ağaç fırtınadan korkmaz.” Atalar sözünde ifade edildiği gibi milli ve manevi duyguları derin, zengin ve köklü tarihi geçmişiyle bu toplumun harcında, ezelinde ve ebedinde ümitsizlik asla yoktur/olmamalıdır/olmayacaktır.
Sözün değeri işte bu noktada çok önemli. İstiklal Şairimiz de bu noktada değerli sözünü birlik ve beraberlik ruhuyla devam ettiriyor:
“Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme
bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil
mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,
Cihan
yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!’’
Tohumdan Meyveye bir Mefkûre: Hala Sultan İlahiyat Koleji, vermiş olduğu/vereceği ilk ve ebedi meyveleri ile toplumun en temel ihtiyaçları olan hoşgörü, sevgi, merhamet, adalet, istişare/meşveret, ehliyet, liyakat ve sadakat gibi en temel değerlerimizi yaşadığı toplumun dokusuna işleyecek, kin ve nefret dilini ortadan kaldırarak milli bir bilinç geliştirecek mefkûrenin adıdır; yani bir idealin, yani bir ülkünün…
Öyle bir tohum, öyle bir mefkûre ki kökleri ezelde dalları ebedde bir gençliğin gerçekleştirmek istediği ideali, toplumun en alt tabakasından en üst tabakasına kadar derin izler bırakarak, Batının/Batılıların biz Müslümanlar üzerindeki manaya değil maddeye/maddiyata önem veren madde ve ruh planını/planlarını, sarsılmaz özgüveni, dikkati, rikkati ve kıvrak zekasıyla etkisiz hale getirerek yüce davasına sımsıkı bağlayacak bir gençliktir.
Öyle bir tohum, öyle bir mefkûre ki imtiyazı değil adaleti, nefreti değil hoşgörüyü, zulmü değil merhameti yani kötülüğü değil iyiliği hülasa ahlaki olanı hayatının her safhasında uygulayacak bir gençlik.
Öyle bir tohum, öyle bir mefkûre ki rahatlığın getirdiği rehavetle kendilerini bir boşluk içinde hissetmeye başlamış buhranlı, sıkıntılı dönemler yaşayan idealsiz, hayalsiz, düşüncesiz nesillere ışık olabilecek; kapitalist, emperyalist ve modern dünyanın zehirli oklarını etkisiz hale getirecek bir gençlik.
Öyle bir tohum, öyle bir mefkûre ki “zaman bendedir ve mekân bana emanettir! şuurunda” zamanın ehemmiyetini, boş vaktin kıymetini bilen; dersini, hayatını boş değil, dolu ve dolu dolu geçirmeye çalışacak bir gençlik.
Öyle bir tohum, öyle bir mefkûre ki “‘kim var!’ diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “ben varım! ” cevabını verici, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur! ” duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik…’’
Öyle bir tohum, öyle bir mefkûre ki“zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik…”
Öyle bir tohum, öyle bir mefkûre ki “dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin” (okulunun) davacısı bir gençlik…
Öyle bir tohum, öyle bir mefkûre ki “can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik…”
Öyle bir tohum, öyle bir mefkûre ki Üstad’ın “Kızımın (bacımın) iffeti (örtüsü) batmakta rezilin gözüne / Acırım tükrüğe billahi tükürsem yüzüne” diyerek ifade ettiği ve Akif’in “Bu ezanlar, ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.” diye özetlediği dini ve milli değerler dünyasını içselleştirecek, iffetine, dinine, dininin simge ve sembollerine ve her türlü kutsalına karşı hassasiyeti zirve yapmış bir bilinci yüreğinde taşıyacak ve gerekli yer ve zamanda bu milli ve kutsi değerleri korkmadan, usanmadan savunacak ve haykıracak bir gençlik…
Öyle bir tohum, öyle bir mefkûre ki zulme, zulmün her türlüsüne karşı başı dimdik ve
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem / Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” diyen Akif ruhuyla zamana ve mekana meydan okuyabilecek bir gençlik.
Öyle bir tohum, öyle bir mefkûre ki millet ve ümmet şuurunu yüreğinde taşıyacak ve Şair’in ifade ettiği “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz / Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!” dediği zihniyeti, milli kimliği ve tarih bilincini unutmayacak, unutturmayacak ve asrın idrakine cesaretle sunacak bir gençlik…
Hülasa işte hayal ettiğimiz hiçbir rüzgarın esip savuramayacağı/yıkamayacağı bu mukaddes mi mukaddes mefkûre, bu ideal, bu bilinç, bu muazzez gelecek tasavvurunu Üstad ne güzel ifade ediyor:
Mehmedim, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek
de sevinin, eve dönsek de!
Sanma
bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın
elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün
doğmuş,gün batmış, ebed bizimdir.
Necip Fazıl Kısakürek