- 7
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
Kıbrıs’ın Türk mahallelerinde Türkiye’ye karşı ciddi bir tahammülsüzlük var.
Bunun uzunca süredir böyle olduğunu söyleyenlerin yanında; yenile peydah olduğunu/olunduğunu iddia edenler de var.
Hafızam, 16-17 yıldır kademeli yükseltildiğini söylüyor: Annan Planı öncesi ve devamında..
Öfkeli kalabalık ve birtakım sosyal medya trolleri, Türkiye’ye karşı saldırı ve hakaret amacıyla kullanabilecekleri ufak bir detay, söz, hareket veya kayıtsızlık hali yakalayabilmek adına pusuda bekliyorlar.
Günleri ve ayları bu bekleyiş içinde kıvranmayla geçiyor.
Bunu büyük bir adanmışlıkla yapıyorlar.
Tüm dünyaları bu.
Siyasetlerini, sosyalleşmeleri, direnişleri, devrimleri, mücadeleleri, okumaları ve en önemlisi de varoluş sebeplerini tümüyle buna bağlıyorlar, indirgiyorlar.
Ellerinde öfkeleri ve kinlerinden, önlerinde ise bu öfkeyi ve kini yaymak/kurumsallaştırmaktan öte bir idealleri yok. Tüm vizyon ve misyonları bu, ufukları bundan ibaret.
Bulamadıklarında da içeriye, KKTC’ye dönüp, Türkiye ile ilişkilendirebilecekleri canlı-cansız bir varlık avına çıkıyorlar.
Bu bazen yolda yürüyen tesettürlü bir kadın, bazen meclisteki bir vekil, bazen bir gazeteci, bazen bir işadamı, bazen bir okul, öğretmen, öğrenci, bazen de maske, eldiven..
İnsan ve eşya farketmiyor, bu küstah ve orantısız öfkeden herkes ve herşey nasibini alıyor.
KKTC’de yayın ve yayım yapan gazetelerin son 17 yıllık arşivleri taranıp bu tahammülsüzlüğün dili ve şiddeti, konu ve içeriği, sonuç ve getiri/götürüleri incelense ortaya üzücü ve utanç verici bir tablo çıkar.
Yakın zamanda Türkiye’nin gelen yardım malzemeleri, karşılıklı uçuşlar, mali protokol, Akdeniz’deki restleşme ve yeni dengeler ve son olarak da Türkiye’deki bir kanaldaki şeftali kebabı tarifi ile bu tahammülsüzlük ve trol tayfası yine ayyuka çıktı. Saray’dan ve meclisten, STK ve bürokrasiden de destekleri sağlam.
Çok büyük bir ciddiyetsizlik, kalitesizlik var her iki tarafta da.
KKTC’den yükselen tepkinin ucuzluğuna ve çirkinliğine mi üzülelim, gerizekalı bir ekibin toplanıp alakasız bir tarifle trajikomik bir görüntü vermesine mi yanalım.
Koskoca kanalsın; WEB TV değilsin yada Instagram canlı yayını değil yaptığın.
Bunun izleneceğini biliyorsun. Yaptığın bir hatanın başka bir ülkede ne etkiler doğurduğunu daha evvel de tecrübe ettin.
Yıllar evvel, Avrupa Yakası’nda Ata Demirer’in embesil tipli bir Kıbrıs Türkü taklidinde, Hayat Bilgisi dizisinde Rahmeli karakterinin isabetsiz isim seçimi, Lefkoşa-Lefkoşe uyuşmazlığı, say say bitmez..
Türkiye’de yetmiş milletten insan yüzyıllardır bir arada yaşıyor. Ortak bir dil ve kimlik var.
Genel olarak hoşgörü ve tahammül kültürü oturmuş.
Hiçbir Karadenizli şivesinin şaka konusu edilmesini yadırgamaz mesela. Hiçbir Şanlıurfalı, Şanlı’yı unutup Urfa dedin diye işi gücü bırakıp senle kavga etmez. Adana kebabını köfte şeklinde yaptın diye Adanalılar organize olup sosyal medyadan saldırıya geçmezler. Bunu bir milleti övüp diğerini yermek için yapmıyorum. İkisi de aynı millet. İnatlarının ve huysuzluklarının benzerliği bile akrabalıklarını tescilliyor.
Fakat kardeşim, biraz tahammül ya. Biraz hoşgörü.
Tepkini ver tamam da, nedir bu sosyal medyadaki videolar, yazılar..
Geçtiğimiz yıllarda bir “hellim patenti” meselesi vardı Rumlarla aramızda, sonucu ne oldu bilmiyorum ama Rumlar bizi saf dışı bırakıp hellimin patentini alıp kendilerine tescillemek için uluslararası bir mücadele veriyorlardı. O zaman dahi böylesine tepkiler yükselmemiş, sosyal medya trolleri çılgınca saldırmamıştı bu duruma. Sebep? ..
Bir de tersten bakalım meseleye. Molehiya, Kolokas, Humus, Felafel ve bazı diğer yemeklerimiz. Bunlar bizim yemeklerimiz değil mi? Kıbrıs Türk mutfağı denince akla gelen ilk yemekler. Fakat bu yemeklerin hepsi farklı ülkelerde doğdu ve zamanında ülkemize taşındı. Mısır, Suriye, Ürdün, Filistin; Arap coğrafyasına ait hepsi. Mısırlıların molehiyayı nasıl yaptıklarını biliyorum, bizimkiyle alakası yok. Kolokası nasıl pişirdiklerini de gördüm, tamamen farklı. Suriye’de farklı, Filistin’de farklı.
Yüzlerce arkadaşım ve aile dostum var o ülkelerden, hiçbirisinden de “kardeşim bu bizim yemeğimiz, bunu böyle pişiremezsiniz” diye bir tepki görmedim, duymadım. Çünkü bir kompleks içerisinde değiller. Konuları o değil. Hayatları, molehiyayı ve felafeli korumaktan öte bir anlam ifade ediyor onlar için. Kültür ve medeniyet denince tek anladıkları birkaç yemek veya doğru telaffuz edilmesi zorunlu şehir isimleri değil.
Biraz çıkaralım artık şu korumacı, dar, kompleksli, ezik bakış tarzımızı.
“Sanane” diye yorumlar gelecek, bilirim. Sananesi bananesi yok artık gardaçcım. O konuyu da geçelim. O tahammülsüzlüğü de bir tarafa bırakalım artık, ortak yaşam becerilerimizi ve kültürümüzü geliştirelim artık. Gemi su alıyor, batarsak aynı suda boğulacağız, çıkarsak aynı su üzerinde yüzüp devam edeceğiz. Kabullenelim artık.
Geminin su aldığı delikler; ahlak, maneviyat, ulusal değerler, mukaddesat, egemenlik hakları ve iddiaları, nesillerin ıslahı ve ihyası ve birlik beraberlik duygusudur.
Şeftali kebabı, molehiya, Lefkoşe vb. marazlar geminin direğindedir oraya gelene kadar zaten gemi batmış olur.
Fakat, birbirine düşman edilmeye çalışılan iki devlet ve bir millet gerçeği var ortada. Türkiye’ye ve insanına düşman olarak yetiştirilmeye çalışılan bir nesil gerçeği, projesi vardır. Dininden, inancından, peygamberinden, ulularından bihaber yetiştirilen ve inançsızlığa, köksüzlüğe, bunalımlara sürüklenmeye çalışılan nesiller projesi vardır ve aşikardır. Egemenliğini ve çağa-şartlara göre daralan-genişleyen iddialarını unutmaya, vazgeçmeye, köle edilmeye, düşmanına, celladına aşık edilmeye çalışılan bir nesil projesi vardır.
Kıbrıs Türkü’nü, bizleri mahvedecek konular bunlardır ve “iyiliğimizi istemeyen örgütlü ve destekli, yerel ve uluslararası yapılar” durmadan bu vahametin derinleşmesi için türlü isim ve araçlarla; içerde ve dışarda, içerden ve dışardan çalışmaktadır.
Tüm bunlar kozmik bilgiler değil, ailelerimizde, evlerimizde, arkadaşlarımızda, komşularımızda, mahallelerimizde müşahede ettiğimiz gerçeklerdir. Hepimiz bu gerçek tarafından çevrelendik.
Ya şeftali, kayısı, zerdali üzerinden kendimizi tatmin edecek ucuz ve bayağı bir yapay mücadele verip sahte kahramanların günlük kusmuklarıyla oyalanacağız;
Ya da kim olduğumuzu hatırlayıp, şu an ne olduğumuzun muhasebesini yaparak; dertlerimizi, marazlarımızı, gemiyi, gemi arkadaşlarını, istikameti yeniden tanımlayacağız. Ancak kendimize ve insanımıza karşı dürüst olup bu tanımları yapabilirsek, gemiyi batıran delikleri görebilir ve seyrimize devam edebiliriz.
Yoksa, suyun altında hiçbirimiz kebap yapıp yiyemeyiz.
Sorry ama şefdaliyi bile..